Garbis Reçber ve Gamze Kocabayır

Takvimler 29 Ekimleri gösterdiğinde tüm devlet erkanı, burjuvazinin tüm kesimleri Türk sermaye devletinin kuruluşu olan Cumhuriyet Bayramını büyük bir çoşkuyla kutlarlar. Burjuvazi için kutlanılmaya değer önemli bir zaferdir çünkü Ekim Devriminin yarattığı devrimci dalganın boğazlanması sonucunda kurdukları iktidarı neredeyse bir asırdır ayakta durmaktadır. Burjuvazinin ve düzenin tüm unsurlarının bu günü bayram olarak kutlaması eşyanın tabiatı gereğidir. Anormal olan ise kendisini devrimci, sosyalist, komünist diye adlandıran kesimlerin radikal bir şekilde Kemalizm savunusu yapmalarıdır. Özellikle Erdoğan rejimi burjuvazinin Kemalist kliğini bertaraf ettikçe sosyalist solun önemli bir gövdesi kendi siyasal meşruiyetini Kemalizmin argümanları üzerinden var etme yolunu izlemektedir. Yaklaşık bir asırdır Kemalizm üzerine öyle hurafeler türetilmiştir ki, adeta “Kemalizm” adı altında yeni bir din yaratılmıştır. Üretilen bu hurafeler öylesine etkili olmuştur ki, kendisini Marksist olarak tanımlayan siyasi odaklar da bu hurafeler zincirini sistematik olarak devrimci saflara taşıyarak, işçileri, gençleri düzenin resmi ideolojisiyle barıştırma işlevi görmüştür. Bu makalemizde Kemalizmin yaklaşık bir asırdır tekrarladığı en belirgin hurafelere Marksist cevaplar cevaplar vereceğiz.

Antiemperyalizm

Bu hurafe en tehlikeli ve en etkili olanıdır. O yüzdendir ki en fazla hesaplaşılması gereken hurafe budur. Neredeyse sosyalist solun tamamı bu hurafeyi ama açıktan ama utangaçça savunarak Türk sermaye devletinin resmi ideolojisi olan Kemalizme meşruiyet katmakta, emekçi sınıfların gözünde sempati kazandırarak bilincini bulandırmaktadır. Anti emperyalizm kavramını muğlaklaştırarak tüm düzen unsurlarının kullanabileceği ne idüğü belirsiz bir kavrama dönülmesine zemin hazırlamaktadır. 1923 Kemalist burjuva diktatörlüğü ile birlikte, öyle Mustafa Kemal efsaneleri ve fetișizmi yaratılmıștır ki; yıllarca adeta doğa üstű güçleri olan bir kahraman ve her anlamda tartıșılmaz dünya lideri miti olduğu belleklere kazınmıștır. Mustafa Kemal’i eleștirmek suç kapsamında tutulmuștur. Makalemizin bu bölümünde Kurtuluș Savaşı ve Mustafa Kemal’in șahsında cisimleşen antiemperyalizm efsanelerini ele alacağız. Mustafa Kemal efsanelerinin en önemli argümanları bu alanda üretilmiștir. Emperyalizme karşı büyük zafer kazanan, yedi düveli alt eden, tüm dünya halklarının emperyalizme karşı savaşında ilham aldığı, antiemperyalist, halkçı lider Mustafa Kemal miti o kadar kök salmıștır ki, kendisine Mustafa Kemal’in kurduğu burjuva cumhuriyeti devrimci yöntemlerle yıkma misyonunu biçen “Komünistler” dahil, kimileri açıktan, kimileri ise utangaçça bu miti desteklemektedirler.

Milli mücadele ile ilgili öyle bir algı yaratılmıștır ki; sanki Türkiye, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri gibi asırlar süren bir sömürgecilik döneminden, ulusal bir ayaklanma ile bağımsızlığını kazanmıș bir ülke algısı yaratılmıștır. Halbuki Osmanlı hiçbir dönemde sömürge bir ülke pozisyonuna düșmemiștir. Son dönemde bilhassa Düyun-u Umumiye borçlanmasıyla birlikte Batı’nın yarı sömürgesi konumuna düşmüştür. Kurtuluș savașı tarihi; resmi ideolojinin anlatımının tarihsel perspektifinde 1914 dünya savașından bağımsız olarak ele alınır. 1914 birinci emperyalist paylașım savașı ele alınması, tarihi 1915 Çanakkale savașından bașlamaktadır. Her șeyden önce Osmanlı birinci emperyalist paylașım savașına, kaybetiği toprakları tekrar geri kazanmak için girmiștir. Özü itibarıyla Osmanlı bu savașa emperyalist hedefler doğrultusunda girmiștir. Savașın sonunda bu hedefleri suya düşünce kendi sonu hızlanmıştır. Çöküş süreci Osmanlı’yı fiili bir ișgalin içine sokmuștur. Fiili ișgalden kurtulma hamlesi olarak kurtuluş savașı bașlamıștır. Bu noktada Türkiye’nin imdadına yetișen Bolșevik devrimi olmuștur. Bolșevik devrimiyle birlikte dünya dengeleri alt üst olmuștur. Rusya’nın savaștan çekilmesiyle birlikte, dünyada Bolşevizm prestiji hızla parlama sürecine girmiştir. Bu süreç emperyalizmi krize boğmuștur ve bu krizden arınma yolu olarak dünya savașı bitiș sürecine doğru ilerlemiștir. Almanya’da devrim süreci bașlamasıyla birlikte, doğu ülkelerinde Bolşevizme sempati hızla büyümekteydi. Emperyalizmin hedefi değișmiști; Bolşevizmin dünyada yayılmasını engellemek. Bunun için savașı bitirmekten bașka çare yoktu. Doğuda Bolşevizmin yayılmasını engellemek için; ișgalden ziyade, Batının siyasi kutubunda yer alacak ülkelere ihtiyaç vardı. İngilizlerin desteğini yitiren ve kendi ordusunun içinde Bolşevizmden etkilenmiș isyanlarla boğușan Yunanistan’ın Anadolu’da barınma șansı kalmamıștı. Cumhuriyetin 50. yılı vesilesiyle milli șef İnönü konușmasında bu durumu șöyle açıklar: ”İstiklal mücadelesinin bașarısında esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuștur.” [Paradigmanin iflası, sayfa:33 aktaran Fikret Bașkaya ]

1923 ile birlikte antiemperyalizm destanları yazan yeni rejim, tüm devlet ve toplum yapısının inşasında Batı emperyalizmine göre kendisini uyarlamıștır. Cumhuriyet ile bașlayan dönem Batı emperyalizmiyle hesaplașma değil, tam tersine siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatın Batı kapitalizmine göre dizayn edilmesi ve emperyalizmin yerel bir temsilcisi olma süreciydi. Bu süreç resmi ideolojinin tarihsel referansları tarafından, büyük aydınlanma ve devrim süreci olarak pazarlanmıştır.

Maalesef ki, Türkiye sosyalist hareketininin önemli bir kısmı bu süreci burjuva devrimi olarak selamladı. 1923’ün devrim olup olmadığını makalenin ilerleyen bölümlerinde irdeleyeceğiz. Kurtuluș savașıyla ilgili üretilen en önemli efsanelerden biri de, Türk tarihinin en büyük milli seferberlik olduğu teziydi. Bu tez de hiç resmi ideolojinin anlattığı gerçek gibi değildir. 1912 yılından bașlayarak, bir cepheden diğerine koșan emekçi halk, her anlamıyla çökmüştü. 1914 yılında patlak veren birinci dünya savașıyla birlikte, 1923’e kadar hiç ara verilmeden savașlar devam etmiștir. Ülkedeki erkek nufusu hızla düşmüş, açlık ve kıtlık boy vermiștir. Savașa katılımı arttırmak için; ağa, șeh, molla gibi feodoal kișilerin prestijlerini kullanarak, savașmak için rıza üretilmeye çalıșılmıștır. Tüm çalıșmalara rağmen istenilen bașarı elde edilememiștir. İkna yöntemiyle rıza üretme süreci, zor ve baskı yoluyla rıza űretme sürecini beraberinde getirdi. Milli seferberliğe uymayanlara yaptırım getirmek için Büyük Millet Meclisi’ne verilen kanun teklifindeki bazı maddeler șunlardır:

  • 3. Seferberlik emrine uymayanların mallarına el koyulur, evi yakılır, ailesi sürülür ve inat edenler yakalanınca idam edilir.
  • 4. Birliğinden silahlı veya silahsız olarak kaçanlar hakkında 3. madde hükmü tatbik edilir.
  • 5. Her köy ihtiyar heyeti kendi köylerindeki kaçakları yakalamaya ve hükümete teslim etmeye mecburdurlar. Bunda kasıt ve gevșekliği anlașılanlar 3. madde hükümlerince cezalandırılır.
  • 6. Kaçakları saklayanlar ve kaçmalarını teșvik edenler ve kolaylık gösterenlerin mallarına el koyulur, evi yakılır, aileleri sürülür.

(Fikret Bașkaya’nın “Paradigmanin İflası” kitabının 46. sayfasından alınmıştır.)

Resmi ideolojinin anlatığı tarihte; milli seferberlik efsanesinde devletin zor aygıtıyla rıza üretme sürecinden hiç bahsedilmemiștir. Tarihin tozlu raflarında saklı tutulmaktadır. Kemalizme yönelik türetilmiș olan antiemperyalizm efsaneleri resmi tarihin ürettiği hurafeler zinciridir. Sosyalist hareket bu hurafelere karșı hep soldan yedeklenen bir pozisyon takınmıștır. Emperyalizmi dize getirdiğini iddia eden Kemalist resmi tarih, 1923’ten sonra emperyalist-kapitalist dünyanın yerel bir temsilcisi olmak için başlattığı seferberliği ise “Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” için gerçekleşen devrimler zinciri olarak pazarlamaktadır.

2-) Yurtta Sulh Cihanda Sulh
İlköğretimden, yüksek öğretime kadar hayatın her alanında bu hurafe tekrarlanmıştır. Mustafa Kemal’in ne kadar barışçı bir lider olduğu, tüm halkı kucakladığıyla ilgili hurafeler günümüzde de hala tekrarlanmaktadır. Öncelikle hiçbir dönem Kemalizm yurtta sulh sağlamamakla birlikte kendi çizdiği vatandaş profiline uymayan her kesime karşı dur durak bilmeyen bir savaş yürütmüştür. Herşeyden önce TC Osmanlı’dan radikal bir kopuşun ürünü değildir, Osmanlı’nın emperyalist-kapitalist düzene göre resterasyonunun ifadesidir. TC devleti de burjuvazisi de soykırım ve talan üzerinden kurulmuştur. Türkiye burjuvazisi 1915’teki Ermeni Soykırımından sonra Ermenilerin mülklerinin talanı üzerinden ete kemiğe bürünmüştür. TC’yi kuran kadrolar 1915 Ermeni soykırımında aktif rol oynayan kişilerdir. Ermeniler ve gayrimüslüm azınlıklar her dönem düşman ilan edilmiş, günümüzde de bu düşmanlık ve ırkçılık varlığını sürdürmektedir. TC’nin kuruluşu Ekim devriminin yarattığı devrimci dalganın boğazlanması üzerinden şekillenmiş burjuva cumhuriyetidir. Bu cumhuriyetin ilk siyasal cinayeti Mustafa Suphi ve 15’lerin katliamıdır. Bu katliam Kemalist rejimin sınıfsal karakterinin en açık ifadesidir. 1923’le birlikte devrimci komünist fikirlere ve işçi sınıfının mücadelesine karşı cadı avı kesintisiz şekilde sürmüştür. 1908’de ilk sendikalar, işçi teşkilatları, legal sosyalist partiler kurulmuştu bununla birlikte işçi sınıfının grev ve örgütlenme özgürlüğü vardı. 1923’ten sonra değil işçi sınıfının teşkilatlanma hakkı, sınıflardan bahsetmek bile yasaklanmıştı. İşçi sınıfının tüm kazanımları lağvedilmiş, üzerinde ağır baskılar oluşmuştur. Cumhuriyet; işçiler, yoksul köylüler ve devrimci komünistlerle hiçbir zaman sulh içinde olmamıştır. Her zaman onlara karşı amansız sert mücadeleler yürütmüştür. Cumhuriyet Kürtlerle de hiçbir zaman sulh içinde olmamıştır. Kürt halkının inkarı üzerinden resmi ideolojisini var etmiştir. Kürtlere karşı yaklaşık bir asırdır imha, inkar, red, asimilasyon, katliam politikaları izlemiştir. Bu anlayış kalıcı devlet refleksine dönüşmüştür. Günümüzde de tüm şiddetiyle varlığını devam ettirmektedir. Kemalist burjuva diktatörlüğü gerçekleştirdiği tüm katliamlarını gericiliğe karşı mücadele adı altında meşrulaştırmıştır. Sözün kısası cumhuriyet hiçbir zaman kürtlerle, gayrimüslim azınlıklarla, devrimci komünistlerle, işçiler ve yoksul köylülerle sulh içinde olmamıştır. Bu devlet geleneği 96. yılında da varlığını sürdürmektedir.

3-) Padişahın Kuluyduk Cumhuriyet Sayesinde Yurttaş Olduk
Bu hurafe her resmi bayramda ve her Kemalizm güzellemesinde mutlaka kullanılır. Özellikle Erdoğan diktatörlüğünün kök salmasıyla birlikte daha sık dile getirilmeye başlanmıştır. Sosyalist solda bu hurafeyi çok sık tekrarlayan bir pozisyon almaktadır. Öyle çarpıtılmış bir hurafedir ki bu 600 yıldır marabaydık, padişahın kuluyduk, kendi hür irademizle düşünme ve yaşama hakkımız dahi yoktu, Cumhuriyet geldi elindeki sihirli değnekle bizi yurttaş ilan etti. Böylece tüm hak ve hürriyetlerimizi bize bağışladı, kadınlarımızı özgür kıldı, marabalarımızı özgür birey yaparak kanun önünde hepimizi eşit yurttaşlar haline getirdi. Halk tabanından hiç böyle talep dahi yoktu, çünkü halk bunu talep edecek yetiye sahip değildi. İsteseydi padişah olabilecek ” Büyük Kurtarıcı” Mustafa Kemal Paşa, tüm bunları reddederek halk için, halka rağmen bizleri özgür yurttaşlar yaptı. Resmi tarihin bu konudaki fikriyatının özeti budur. Öyle bir Mustafa Kemal miti yaratılmıştır ki adeta doğaüstü güçleri olan mesih gibi tasavvur edilmiştir. Atatürk’ün büyük devrimleri olarak sunulan reformlar iddia edildiği gibi toplumda köklü değişikliklere yol açmamıştır. Değişikliklerin tamamı üst yapıda gerçekleşmiştir, tutucu ve savunucu hiçbir gücü kalmamış küf tutmuş devlet kurumlarını kapitalist dünyaya göre yeniden uyarlamıştır. Atatürk devrimleri olarak sunulan her şey, Osmanlı’nın çürümüş devlet organlarının köklü restorasyonundan başka bir şey değildir. Osmanlı döneminde ülkeyi yöneten ve yönetimde tek söz sahibi olan mutlak iktidar Osmanlı hanedanlığının kendisiydi. Hanedanlık sistemi komple varlığını devam ettiremez ölümcül bir kokuşmanın içine girince hanedanlık tamamen kaldırıldı. Yerine gelen Cumhuriyet ise tek partili, tek liderin şahsında cisimleşen parti devlet oligarşisinden başka bir şey değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarında CHP’nin il başkanları aynı zamanda o ilin valileriydiler. Tüm yönetim Mustafa Kemal’in şahsında cisimleşen bürokatik emir komuta zinciriydi. Hanedanlığın yerine ikame edilen parti devlet oligarşik yapısı, kapitalistleşme atılımları gerçekleştirmekte, devlet ve bürokasi eliyle burjuvaziyi büyütmekteydi. Emekçi sınıfların 1923 öncesindeki tüm hakları gasp edilmiş, tüm teşkilatları lağvedilmiş, siyasal önderlikleri katledilmiş, ülkenin; sınıfsız, tezatsız, kaynaşmış bir toplum olduğu ilan edilerek, sınıflardan bahsetmek yasaklanmıştı. Emekçi tabakalar kapitalist atılım için en ağır şartlarda çalışmakta, kırlarda ise herhangi bir toprak reformu gerçekleşmemekte ve devlet toprak ağalarını koruyup kollamakta, yoksul köylülere sürekli olarak yeni vergiler gelmekteydi. Bu düzene en ufak itirazı olanlar rejimin kalkanı haline gelmiş istiklal mahkemelerinde yargılanmakta, idama kadar giden ağır cezalarla karşılaşmaktaydı. Bu sistemde kulluğun adı kalkmış yerine burjuva demokratik bir kavram olan yurtaşlık kavramı getirilmişti. Yurttaş olmanın da temel özellikleri vardı. Kemalist rejime sınırsız itaat, Türklüğü kabul etmek( Türkiye’de yaşıyan herkes Türktür, aksini idda edenin kellesi İstiklal mahkemelerinde bedenlerinden ayrılır), sunni müslümanlık dışında hiçbir mezhepten bahsetmemek, dev ekonomik atılımlar için yılmadan çalışmak. 1950’lere dek bu tek partili model fiili olarak sürdü. Bu sistem yaklaşık bir asırdır Kemalist hurafe okuyucuları tarafından padişahlık kalktı demokratik cumhuriyet geldi, padişahın kuluyduk şimdi ise demokratik cumhuriyetin yurttaşıyız olarak okundu. Sözün kısası kulluk sadece biçim değiştirdi, sistemin üst yapısında değişiklikler oldu alt yapısında aynı sistem islami kavramları bırakıp burjuva kavramları kullanarak varlığını sürdürdü.

4-) Sosyal Devletçilik
Kemalizm üzerine söylenen bugünlerde de sıkça tekrarlanan önemli hurafelerden biri de kendisine özgü bir ekonomi modeli icat ederek dünyaya örnek olduğu iddiasıdır. Bu özgün Kemalist ekonomi modeli sosyalizm yolunu seçmeden kapitalizmi aşan, tüm halkın çıkarlarına olan sınıfsız, tezatsız, kaynaşmış bir topluluk olduğu hurafesiydi. Bu hurafeye göre Kemalizm insanlığa kapitalizm ve sosyalizm dışında yeni bir medeniyet projesi sunmaktaydı. Lakin dünyayı kurtaracak olan olan bu modelin bir doktrini, bir teorisi yoktu. Çünkü Kemalizm pratiğin ideolojisiydi, öyle doktorinler yazarak kaybedecek zamanı yoktu. Kemalizm öyle bir model bulmuştu ki; üretim araçlarını kolektif mülkiyete çevirmeden imtiyazsız ve sınıfsız bir topluluk yaratmıştı. Resmi tarih kitaplarında bu model, kapitalist, emperyalist olmayan yoldan bütün halkın yararına olan sınıf çelişkilerini sosyalizme başvurmadan bitiren karma ekonomi efsanesi olarak sunuldu. Yıllarca Türkiye solunun önemli bir kısmı bu hurafeyi referans göstererek Mustafa Kemal’e halkçı bir sosyalizm gömleği giydirmeye çalıştı. Peki neydi bu karma ekonomi efsanesi ve bu efsanenin düğümlendiği altı oktan biri olan “Devletçilik” ilkesi ?
Bu hurafeyi gün yüzüne çıkartmak için, Kemalist Cumhuriyetin tüm ekonomi politikalarının şekillendiği İzmir İktisat Kongresi’ni mercek altına alarak işe koyulmak gerekmektedir. 17 Şubat- 4 Mart 1923 tarihleri arasında gerçekleşen İzmir İktisat Kongresi ve o kongrede alınan kararlar, yeni kurulan Cumhuriyet’in ekonomi modelinin hangi yönde ilerleyeceğinin en açık ifadesi olmuştur. 1923’te gerçekleşen İzmir İktisat Kongresine katılanlar ticaret burjuvazisi ve köy ağalarından oluşmaktaydı. Emekçi tabakadan kimse temsil edilmediği gibi, emekçi sınıflar lehine en küçük bir reform önerisi dahi gelmemiştir. 1930’lardaki ekonomik buhrana kadar devletçiliğin adı dahi ağızlara alınmamıştır. Mustafa Kemal kongrede hedef olarak ” Melekete milyonerler hatta milyarderler yetiştirmeye çalışacağız” vaazını vererek, yeni kurulan Cumhuriyetin hangi sınıfın cumhuriyeti olacağını ve nasıl bir ekonomik model uygulanacağını açık bir şekilde ortaya koymuştur. İzmir İktisat Kongresinde alınan tüm kararlar, liberal ekonomi modeli uygulanacağını ve asli hedefin güçlü bir burjuva sınıfı yaratmak olduğu bunun için devletin tüm imkanlarını seferber etmek olarak kodlanmıştır. Bu hedef 96 yıllık Türkiye Cumhuriyetinin ekonomi alanındaki asli devlet politikası olmuştur. İktidarlar değişmiştir fakat bu asli politika her zaman varlığını korumuştur. Bu kongrede emekçi sınıflar ve yoksul köylüler lehine reformlar tasarlamak şöyle dursun boş ve sahipsiz çiftlik topraklarının dağıtılması teklifi dahi, mülkiyet hakkına tecavüz sayılarak gürültü kopartılmış ve şiddetle reddedilmiştir. Kongreyi oluşturan ticaret burjuvazisi ve toprak ağalarının tüm taleplerini Mustafa Kemal direnmeden kabul etmiştir. Bu konuyla ilgili Mustafa Kemal kongrede şöyle bir konuşma gerçekleştirmiştir: “Ticaret hakkındaki düşüncelerimi iki şekilde tespit ediyorum. Birincisi bugüne ait düşünceler diğeri ise geleceğe ait düşünceler. Bugün için düşündüğüm yegane şey kapitülasyonlardır, yarına ait olan Türkiye ticaretinin, dünya ticaretiyle rekabet edilmesi için düşünülmesi gereken şeyleri elbette siz tüccarlar benden daha iyi bilirsiniz”[ Kemalist Devrim ideolojisi syf:60 Emin Türk Eliçin] Ticaret burjuvazisine verilen açık çek doğrultusunda hızlı bir liberalizasyon süreci başlamıştır. Bu sürece Osmanlı’dan aktarılan tekellerin önemli bir kısmı yabancı şirketler olmak üzere özelleştirme süreci başlamıştır.
“*Tuz: Anonim bir şirkete
*Benzin( Standard Dİl CO) Amerikan Şirketine
*İspirto ve Akülü İçecekler 1927’de yedek bir polonya şirketine
*Limancılık devlet ve özel karması anonim şirketlere
*Devlet demiryolları yabancı şirketlere ihale edilmiştir.”[Kemalist Devrim İdeolojisi syf:61 Emin Türkelçin]
Yedi düveli, dünya emperyalizmini dize getirmekle övünen Kemalist hurafeciler, daha Cumhuriyet’in ilk aylarında Osmanlı’dan kalan tekelleri yabancı tekellere sattıkları gerçeğini nedense hep hasıraltı

ederler. 1927’de çıkarılan “Teşviki Sanayi” kanunu ile sermaye sınıfına olağanüstü haklar ve ayrıcalıklar tanınmıştır. Kemalist hükümet her şeyini sermaye sınıfının büyümesi için seferber etmiştir. Sermayeye tanınan imtiyazlar şu şekilde sıralanabilir:
“1-) İşletme kuracaklara parasız arsa vermek.
2-) Birçok vergilerden muaflık
3-) Yatırım malzemesi getirenlere gümrüksüzlük
4-) Bunları taşımak için vapur ve tren tarifelerinde %30 indirim.
5-) %10 daha pahalı da olsa, devlet daire ve kurumlarına yerli malı alma yükümlülüğü”[ Kemalist Devrim İdeolojisi syf:60]
Dönemin liberal ekonomi savunucusu Mustafa Kemal’in kurdurduğu Serbest Fıkra’nın kurucu başkanı Fethi Okyar dahi devletin sermaye sınıfı için bu düzeyli bir seferberliğe girmesine tepki göstermiştir. “Bizde devletçilik devlet sermayesinin hususi adamlar vasıtasıyla kullanmak şeklinde tecelli ediyor.” Teşviki Sanayi kanunundan sonra sermaye sınıfı devlet hanesini soyarak büyümekte, spekülasyon yaparak halkın elindeki malları yok pahasına almakta, devletten sınırsız yardım almasına rağmen ondan beklenen ulusal kalkınma olarak tariflenen sanayileşme hamlesini gerçekleştiremeyerek başarısızlığa mahkum olmuştur. Bu başarısızlığın üzerine 1928’de başlayan küresel ekonomik buhranın yıkıcı etkileri Türkiye’ye de gelmiştir. Dünya burjuvazisi o dönem bu krizden kurtulmak için zorunluluğun ürünü olarak Keynesçilik ekonomi modeli gelişmiştir. Devlet parasıyla girişimler yapmak projesi büyük hüsranla sonuçlanınca, devlet burjuvaziyi kurtarmak için ekonomiye el atmak zorunda kalır. Zorunluluğun ürünü olarak devletçilik ortaya atılmıştır. Devletçilik Kemalist rejim tarafından; yerli burjuvazinin yapamadığını devlet eliyle yapılması olarak tanımlanmıştır. Artık sanayileşme atılımı istenilen seviyeye ulaşana kadar geçici olarak devletçi politikalar uygulanmaya karar verilmiştir. Bu süreç iktisadi kurtuluş savaşına benzetilerek, emekçi tabakanın azimle kararlılıkla çalışması gerektiği yönünde devlet propogandası sürekli olarak yapılmıştır. Bu süreçte Mussolini’nin faşist İtalya’sından iş yasaları alınmıştır. Bu iş yasalarında işçi sınıfının hiçbir sosyal hakkı yoktur. Hatta işçi sınıfından bir sınıf olarak bahsetmek ağır suçlar kapsamına sokulmuştur. Örgütlenme, sendika, grev, ücretli izin, vardiya vb tüm haklardan yoksun bir şekilde işçi sınıfı köleliğe mahkum edilmiştir. 1930-37 arasında hedeflenen sanayileşme atılımlarının birçoğu istenilen hedefe ulaşmıştı. Fakat işçi sınıfının ve yoksul köylüler için bu hedefin karşılığı açlığa mahkum olmaktı. Kemalist hurafelerin iddia ettiği gibi hiçbir sosyal devletçilik ve halkçı ekonomi politikası uygulanmamıştır. Emekçi sınıfların devlet baskısıyla sırtına binilerek iliği kemiği sömürülerek sanayileşme atılımları gerçekleşmiş, devlet eliyle yerli bir burjuvazi yaratılmıştır.