Marx, Komünist Manifesto’da yazılı tarihi “şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen…” diye yorumlamıştır. İnsanlığın konut ve barınma sorunu sınıflı toplumların tarihiyle neredeyse yaşıttır. Ezilen sınıflar her zaman kötü şartlarda barınmak zorunda bırakılmışlardır.
Kapitalizmin gelişimiyle birlikte kentler şekillenmeye, modernleşmeye başlamıştır. Kapitalizm için işgücü bir zorunluluktur. Sanayinin gelişmesi kentleşmeyi doğurmuş, sanayi bölgelerinde daha yoğun bir nüfus ortaya çıkmıştır. Şehirler üretim merkezlerine dönüştükçe, üretim merkezleri de ister istemez şehirleşmeye başlamıştır.
Kapitalizm üretime geçmek için işgücüne ihtiyaç duyar, bunun için de işgücünü hazırda tutmak zorundadır. Bu ihtiyacın ürünü olarak; işçi sınıfına üretim merkezlerine yakın, kent içinde ve dışında konut olanağı sağlaması gerekmektedir. Sanayinin gelişmesiyle ve işgücünün kırlardan kentlere gelmesiyle birlikte yığınlar için konut sorunu boy göstermiştir. Engels “Konut Sorunu” adlı eserinde konuyu şöyle dile getirmektedir: “Bugün konut darlığı ile kastedilen nüfusun ani şekilde artması, bu kiralardaki büyük artış, kentlerin göç almasıi konut sorununu doğurmaktadır. Hatta bazıları için konut bulmak olanaksızdır. Konut sorunundan bu kadar çok söz edilmesi, yalnızca işçi sınıfıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda küçük burjuvazinin de etkilenmesindendir.” [1]
Sanayi bölgelerinin civarına ve şehrin diğer yerlerine yapılan konutlar, bir süre sonra yanlarına dikilen gökdelenler, plaza vb. yapıların yanında baraka ya da kulübe görünümünde kalır. Zamanla bunların yıkımı gündeme gelir. İşçi semtleri, burjuvazi için rant ve yatırım alanına dönüşür.
Zaman zaman burjuvazinin ihtiyacı doğrultusunda fabrikalar ve atölyeler farklı bölgelere taşınır, çünkü burjuvazi bu bölgeleri kendisi için farklı bir rant alanına dönüştürecektir. Üretim bölgelerinin yakınlarında bulunan emekçi yerleşimleri için böyle durumlarda kentsel dönüşüm başlar. İşçi sınıfı başka bölgelere dağıtılmaya çalışılır, çünkü burjuvazinin ışıltılı yerleşim yerlerini işçilerin gecekonduları rahatsız eder. Emekçinin payına sürgün düşer. Engels’in tabiriyle “Burjuvazi, işçi sınıfının ıstırabını saklama sanatında durmaksızın yeni ilerlemeler kaydeder. Burjuvazi boş bulduğu arazileri her zaman ihtiyacı doğrultusunda kullanır.” [2]
Bu yüzdendir ki kapitalizm konut sorununa kalıcı bir çözüm getiremez. Sanayinin geliştiği bölgelerde kırdan kente göçler yoğun şekilde yaşanır. Bu göç dalgaları ile gelenler kendilerine şehir hayatından kopuk ve izole hayatlar kurarlar. Kırdan koparılıp kentlere gelen proleter kitleler, feodal ve dinî aidiyetlerini, kır kültürü ve geleneklerini yaşam alanlarında farklı şekillerde devam ettirirler. Bu durum sınıf mücadelesine etkilerini beraberinde getirir. Kendisini kapitalist sınıfa karşı tanımlayan bir sınıfsal konum yerine kentin belli bölgelerinde etrafındaki diğer bölgelere kapalı, güvensiz ve karşıtlık oluşturan bir geri bilinç gelişir. Hemşehricilik doğar. Etnik ya da dinsel aidiyet emekçinin asli kimliği olur.
Türkiye’de Kentleşme ve Konut Sorunu
Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla birlikte sürekli olarak sanayileşme hedefi vardı. İlk zamanlar devlet eliyle bir burjuva sınıfı yaratılmaya çalışılmıştır. Fakat bu yıllardaki sanayileşme hamleleri kentlerin dokusunu şekillendirecek, kırdan kente yoğun bir göç dalgası yaratacak düzeyde değildi. Mevcut sanayileşme hamleleri, kentlerin nüfusundan işçi temin etmeye yeterli düzeydeydi.
1950’lerle birlikte Marshall yardımıyla sanayileşme gözle görülür bir ivme kazandı. Kırlara traktör vb. tarım makinelerinin hızla girmeye başlamasıyla birlikte kırlarda işsizlik yaygınlaşmaya başladı. 1960’lı yılların başlarında kırdan kente göçler başlamıştır. Sanayi hamlelerinin yaygınlaşması, bir yandan kırdan kente göçü yaygınlaştırdı bir yandan da konut sorununu beraberinde getirdi.
Bu dönemde konut ihtiyacını karşılamak için emekçiler bir zorunluluk olarak devlet arazilerinde gecekondu kurmaya başladı. Devlet uzun süre bu duruma müdahale etmedi çünkü bu durum burjuvaziyi işçilerin konut ihtiyacını giderme masrafından kurtarmaktaydı. Gecekondulaşmanın yaygınlaşması, çarpık kentleşmeyi, elektrik ve temiz sudan yoksun insanlık dışı barınma koşullarını beraberinde getirdi.
Gecekondu bölgeleri yeni semtlere dönüşüyor ve bu semtlerde de işyerleri kuruluyordu. Bu semtler bir süre sonra devrimcilerin faaliyet yürüttüğü, radikal ve sistem için tehdit oluşturan bölgeler hâline geldi. O dönemde kurulan 1 Mayıs Mahallesi sembol niteliğindedir.
12 Eylül darbesiyle birlikte devrimci hareket ezildi ve ciddi zarar gördü. İşçi sınıfının birçok kazanımı elinden alındı. Bu koşulları fırsata dönüştüren Türk burjuvazisi, neoliberal politikaları son hızıyla devam ettiriyordu.
Yeni sanayi bölgelerinin kurulmasıyla birlikte kentler tekrar şekillenmeye başladı. Gecekondu yıkımları ve rant bundan böyle belediyelerin insiyatifine bırakılmıştı. Siyasi iktidarlar ile belediyeler kendilerine yakın inşaat şirketleri kurdu ve ihaleleri bu şirketlere vererek tekelleşme poliktası izledi.
1990’lı yıllara gelindiğinde Kürdistan’da savaş keskinleşmekteydi. Kürt halkı serhildana kalkışmıştı. Faili meçhul cinayetler, köy boşaltma vb. faşist uygulamalar nedeniyle Kürdistan’dan Batı’ya yoğun göç yaşandı. Bu göç dalgası kentlerin şekillenmesinde ana belirleyici etmen olmuştu.
Yerlerinden, yurtlarından sürülen Kürt halkı çadırlarda, barakalarda temiz su vb. en insani ihtiyaçlardan yoksun şekilde hayatta kalma savaşı veriyordu. Türk burjuvazisi, Kürt illerinden zorunlu göçe maruz bırakılan insanların zor durumunu ucuz işçilik olarak fırsata dönüştürdü. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde kira ve konut ücretlerinde muazzam artışlar oldu. Tüm bunların doğal sonucu olarak göçe mecbur bırakılan Kürtler gecekondular inşa etti. Bu durum da kentlerde Kürtlerin yoğun yaşadığı mahallelerin kurulmasını getirdi.
Aynı dönemde, gecekondu mahalleleri politikleşmeye başladı. Bu durum devlet için ciddi bir tehditti. Devletin her türlü zor aygıtının müdahalesiyle sonuç alınamayınca, yeni bir devlet politikası olarak, uyuşturucu, kumar, fuhuş vb. yozlaştırma politikaları uygulandı.
2000’li yıllarla birlikte devlet artık gecekondulaşmayı ve konut sorunu alanını boş bırakmamayı, buraları bir rant alanına dönüştürmeyi hedef tahtasına koydu. Bu ihtiyaca cevap vermek için TOKİ’nin yeniden yapılanması gündeme geldi. AKP hükümeti iktidarının ilk yıllarında “herkese konut” ve “kira öder gibi ev” vaatleriyle kentleri yeni dönemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmek için yeni bir politika üretmiştir.
Kentsel Dönüşümün Özü: Rantsal Dönüşüm
Kent ve yerleşim politikalarında seçim taktikleri ve yerel yönetimden kaynaklanan belli bir düzensizlik olsa da kentin asıl rantını devlet, TOKİ, yerel yönetimler ve şirketler aldı.
Burjuvazi kent ve sanayiden uzak alanlara AVM, plaza vb. yatırımlar yaparak kendisine yeni bir lüks yaşam alanı kurdu. Bu yaşam alanları eskiden yüzüne dahi bakılmayan emekçi semtleridir. Bunun sonucu olarak devlet hızla kentsel dönüşüm politikasına geçmektedir. Süslü vaatlerin sonunda, tüm hayatı boyunca ödeyeceği borç ile bir yaşam ve taksitler bittiğinde de ödeyeceği faiz düşüyor emekçinin payına.
Neticede üretim alanında patronla işgücü konusunda pazarlık ihtimali olmayan, örgütlenmekden korkan, hayatını işsizlik korkusuyla geçirecek bir işçi sınıfı yaratılmaya çalışılıyor. Kentsel dönüşüm özünde zor, baskı, tehdit ve dolaylı yoldan el koyma ve yıkım saldırısıdır. Kentsel değil, rantsal dönüşümdür.
AKP’nin TOKİ’yi Bir Şirkete Dönüştürmesi
TOKİ’nin kuruluşu 1984 yılına dayanmaktadır. Kuruluş amacı güya alt ve orta gelire sahip insanların konut ihtiyacını gidermektir. 2000’li yıllara dek pek adı duyulmayan TOKİ, imar affı ile önünü açan yasal düzenlemelerin yapılmasından sonra büyük bir şirkete dönüştü. TOKİ artık her türlü inşaat projesine girmeye, her türlü gayrimenkulü alıp satmaya başlayan, bu konuda sınırsız yetkileri olan, sadece Sayıştay tarafından denetlenen (bugün o da yok), kendi alanında tartışılmaz bir tekel haline gelmiştir. Van depremiyle birlikte kentsel dönüşüm, yıkım ve rant politikalarına hız vermiştir. Şehirlerin depreme dayanıklı olmadığı gerçekliği üzerinden bir meşrulaştırma söylemiyle TOKİ’ye pazar alanı sağlanmaktadır.
TOKİ başkanı Bayraktar, “Şu İstanbul’u yeniden yıkıp yapmaktan güzel şey yok” demişti. Bu durum Türkiye sermaye sınıfının inşaat sektörünü büyük bir rant kaynağı olarak görmesinin açık ifadesidir. TOKİ’yi denetleyen bir mekanizma yoktur. Yeter ki sıcak para ve rant alanı açılsın. Ne çöken binaların ne inşaatlarda ölen işçilerin bir önemi vardır sermaye için.
[1] F. Engels, Konut Sorunu, Alter Yay., 2013, s. 19.
[2] F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Sol Yay., s. 184.