*) Birleşik küresel krizler içerisinde boğulan düşüşteki kapitalizm, her adımında insanlığı ve tüm canlı türlerini telafisi mümkün olmayan yeni krizlere sokmakta, sistematik olarak kendisine yeni yıkım alanları açmaktadır. Gezegenimizde yaşayan insanların ve tüm canlı türlerinin yaşamsal ihtiyaçlarını derinden etkileyecek, tüm burjuva devletlerin kabul ettiği alarma geçtiği yeni bir kriz ve yeni bir kapitalist yıkım alanıyla karşı karşıyayız. Kapitalizmin insanlığın önüne çıkardığı yeni krizin adı: Dünya Gıda Krizidir.
Kuraklık, kitlesel açlık, salgın, yalnızca tarih kitaplarının tozlu raflarında kalmış eski yüzyıllardaki bir olgu değil, tam aksine bu yüzyılın bu günün küresel sorunu olarak en can alıcı şekilde kendisini var etmektedir. Açlık, gıdasızlık yalnızca Afrika kıtasının ve dünya atlasında yeri pek bilinmeyen, adı pek anımsanmayan üçüncü dünya ülkelerinin sorunu değil, emperyalist metropoller dahil olmak üzere tüm ülkelerin tüm coğrafyalardaki emekçilerin sorunu olarak boy vermektedir. Gıda Krizleri Küresel Raporuna göre açlıkla boğuşan insan sayısı 2021 yılında 193 milyona ulaştığı beyan edilmektedir. Önümüzdeki 2-3 yılda bu sayının katlanarak büyüyeceği milyarlara ulaşabileceği öngörülmektedir. Kendisini milli devletler şeklinde örgütleyen kapitalizmin, bu krize karşı devletler düzeyinde eş güdümlü hareket edebilmesi, BM gibi örgütlerin bu krizle baş edebilecek kapasiteleri yoktur.
Buradan şu sonuç çıkmaktadır: Kapitalizmin varlığı insanlığın ve tüm canlı türlerinin temel yaşamsal faaliyetleri için öldürücü etkiye sahiptir. Kapitalizmin varlığını sürdürdüğü her yıl insanlık ve tüm canlı türleri için yeni yıkımlar demektir. Bir diğer sonuç ise önümüzdeki bir kaç yıl küresel gıda isyanlarıyla geçecektir.
*) Eğer bir somut durumun somut tahlilini yaparken kapitalizmi yok sayarsak, onu adıyla çağırmaktan özenle kaçınırsak, soruna onun dayatmış olduğu perspektifle bakıp, yerine sorunu kapitalizm içerisinde, onun kurumlarıyla çözülebileceği en azından sorunun makul seviyeye gelebileceğine dair yanılsamalar üretirsek kapitalist yıkımı maskelemekten başka bir misyonumuz olmaz. Kapitalizm zenginlik üretiyor ama asla sorunları çözmüyor. Tam tersine ekonomik büyümeyle birlikte tüm yıkımlar beraberinde gelmektedir. Krizler, yoksulluk, insani ve toplumsal kötülükler, ekolojik yıkımlar, savaşlar derinleşiyor ve sürdürülemezlik, medeniyet krizi ortaya çıkıyor. Kapitalist yıkımın yol açtığı tüm felaketler distopya tasviri değil somut yaşamın kendisidir. İçinde bulunduğumuz gıda krizide yalnızca bunlardan birisidir. Gıda krizine de tüm kapitalist yıkımların sonuçlarına karşı kapitalizmi ve burjuva devletleri imha etmeye yönelik bir eylem programımız ve stratejimiz olmazsa, kapitalizmi aşmayı hedefleyen her yaklaşımı ütopik ve reelden uzaklıkla yaftalarsak, kapitalist yıkım altında kendi yok oluşumuzu baştan kabullenmek ve kendi sonumuzun gelmesini beklemek anlamına gelecektir.
*) Küresel burjuvazi içinden geçtiğimiz küresel gıda krizinin nedenlerini perdelemek, sorunun kaynağının kapitalizm olduğunun üstünü örtmek için krizin tüm nedenini Rusya’nın Ukrayna’ya gerçekleştirdiği işgal olarak mütala etmektedir. Böylece tüm günahlarını Rusya devletinin üstüne atmakta, sorunu Rusya mı haklı Batı mı haklı eksenine hapsetmektedir. Şuanki küresel gıda krizinin derinleşmesinde Rusya işgali önemli ve belirleyici bir etmen olmuştur. Fakat ıskalanan ve üstü örtülmeye çalışılan gerçek şudur ki; savaş yalnızca bu krizi erkene almıştır. Tüm iklim uzmanları, bilim insanları, burjuvazinin küresel örgütleri 2030’da küresel gıda krizi beklemekteydiler. Bununda en temel nedeni ekolojik yıkım ve iklim kriziydi.
İçinde bulunduğumuz küresel gıda krizine sağlıklı yanıtlar verebilmemiz için krizi iki kategoride incelememiz gerekmektedir. Birincisi şuanki durum ve doğuracağı sonuçlar.
İkincisi; şuanki durumun oluşmasına sebep olan tarihsel kesit..
*) Rusya’nın Ukranya’yı işgal etmesiyle birlikte dünya hızlı bir küresel gıda krizi içine girmiştir. Dünya çapında gıda fiyatlarına rekor zamlar gelmekte, birçok ülkenin emekçileri hiper enflasyon altında hayatları cehenneme dönmekte, kitlesel açlıkla, yeterli ve sağlıklı beslenememe gibi hayati sorunlarla baş başa kalmıştır. Ukrayna savaşıyla gıda krizinin bu noktaya gelmesinin temel nedeni şudur: Rusya ve Ukrayna’nın dünyanın buğday ambarı konumunda olmasıdır.
50’den fazla ülke buğday ihtiyacının en az %30’unu Rusya ve Ukrayna’dan karşılamaktadır. Dünya buğday ihracatının %12’si Ukrayna’dan sağlanmakta, özellikle Afrika ülkelerinin önemli bir kısmıyla birlikte tüm ticaret ağları iflas etmiş durumdadır. Aynı kısmı buğdayı Ukrayna’dan almaktadır. Rus işgaliyle birlikte Ukrayna’nın Karadeniz limanına blokaj uygulamakta buna misilleme olarak Avrupa, ABD ve Batı ülkeleri Rusya’ya ekonomik ambargo uygulamakta, bu yüzden Rusya’nın gıda ihracatı dip seviyeye düşmüş bulunmaktadır. Öte yandan dünyanın ikinci büyük buğday üreticisi Hindistan ise son 121 yılın en sıcak aylarından geçmesinden dolayı kuraklık yaşamakta, ülke içinde kıtlık tehlikesi boy verdiği için buğday ve birçok gıda ürünü ihracatının yapılmasını yasaklamaktadır. Ukrayna savaşıyla birlikte enerji fiyatlarında da rekor artışlar yaşanmakta, bunun sonucu olarak gıda ve tarım ürünlerinin üretiminde krizlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Enerji bedellerinin gıda üretim maliyetinin yüksek olması nedeniyle Mısır, Mart ayında buğday, un, mercimek, fasülye gibi temel gıda ürünleri ihracatını yasakladı. Dünya palm yağı ihracatının %60’ına sahip olan Endonezya’da tüm gıda tarım ihracatını kesmiştir. Çin’e gelecek olursak eğer, izlediği politikayı Devlet Başkanı Şi Cinping her fırsatta dile getirdiği şu söz özetlemektedir: Çin halkı Pirinç kasesini kendi elinde ve sıkıca tutmalıdır”
2021 yılında dünya tahıllarının yarısını Çin’in stokladığı ortaya çıktı. Çin gıda, tahıl ihracatının önemli bir kısmını yasaklamış durumdadır. Bu durumun sonucu olarak Mart ayı başında dünya ölçeğinde gıda fiyatları %30’lara varan rekor seviyelere geldi. Savaşın başından beri buğday fiyatları %45 oranında arttı. Kapitalist ülkeler gıda alanında karaborsacılık yapmakta, fiyatları yükseltip krizi fırsata çevirmeye çalışmakta, bunun sonucu olarak hiper enflasyon, hayat pahalılığı, açlık, beslenme, kıtlık gibi yaşamsal sorunlar Covid-19’dan hızlı şekilde yayılmaktadır. Bu durumun doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz.
-) Yüzmilyonların kötü beslenmesi sonucu doğacak hastalıklar ve yeni bir küresel sağlık krizi tehlikesi.
-) Milyonlarca insanın açlık nedeniyle ölmesi.
-) Gıda krizini çözmek için endüstriyel tarımda kısa vadede çözümler üretecek yeni atılımlara ve buluşların gerçekleşmesi, bunun sonucu olarak insanlığı tehdit eden karbon salımının artmasına ve ekolojik krizin vites yükseltmesine yol açması.
-) Afrika başta olmak üzere açlık tehlikesi yaşanılan ülkelerden kitlesel mülteci akımlarının doğması, bunu engellemek için Avrupa’nın yeni vahşet politikalarına girmesi.
-) Gıda krizini Çin ve ABD’nin fırsata çevirmesi bunun üzerinden yeni ticaret savaşlarına gidilmesi.
-) Gıda krizinden dolayı burjuva devletlerin daha fazla korumacı önlemler alarak yeni emperyalist hegamonya savaşlarının cephelerinin oluşması.
-) Küresel düzeyde açlık ordusunun gıda krizine karşı kapitalizmi sarsacak isyanların nesnel koşullarının oluşması.
*) Kapitalizmin içinden geçtiği birleşik krizler toplamı ve bunların her geçen gün büyüyüp yenilerinin türemesi, kapitalizmin küresel düzeyde tel tel dökülmesi, dikiş tutamaz duruma gelmesi, 70’lerin ortalarından beri uygulanan neo-liberal politikaların her alanda iflasının sonuçları, kapitalizmin karaya vuruşunun açık ifadesidir. Bugün yaşadığımız ekolojik kriz ve ona bağlı olarak boy veren gıda krizinin temelinde yatan etmen de, tarım alanında uygulanan neo-liberal dönüşüm politikalarının sonuçlarıdır. 70’li yılların ortalarından beri işçi sınıfının tüm kazanımlarına saldıran, sosyal hakların kamusal hizmetlerin tamamının piyasalaştırılması için faaliyetlerde bulundu. İşçi sınıfının mücadelesinin güçlü olduğu yerlerde askeri darbeler gerçekleştirerek tüm işçi teşkilatlarını lav ederek sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçeleri yarattı. Böylece herhangi bir direnişe takılmadan en sert neo-liberal dönüşüm politikalarını uyguladı. Özellikle SSCB, Doğu Blok’u ülkelerinin ve Çin’in kapitalizme entegre olmasıyla birlikte kapitalizm kendisine muazzam geniş alanlar yarattı. Bu süreçte neo-liberal dönüşüm politikaları tarım alanında da tüm yakıcılığıyla yaşam buldu. Tarımda endüstrileşme ve tekelleşme devri başladı. Tarımda endüstriyelleşme ve tekelleşme devri her şeyden önce toprak mülkiyetinin tekelleşmesi anlamına gelmektedir. Bunun için özellikle 3. dünya ülkelerinde emperyalist metropollerin dışında ve çeperinde kalan ülkelerde İMF programları uygulandı. IMF programları tarımda kota uygulamasını beraberinde getirdi. Tarım kooperatifleri, devletin çiftçiyi destekleyen tüm sosyal devlet uygulamalarını lav etti. Mazot, gübre gibi tarımsal faaliyet için gerekli temel ihtiyaçlara rekor zamlar getirdi. Tarımsal üretim çiftçi için maliyeti kurtaramaz hâle geldi. Bunun kaçınılmaz sonucu köyden kente kitlesel göçler oldu. Yerli çiftçilerden boşalan alanları büyük tarım tekelleri doldurdu. Tek kullanımlık tohumlar, seri gıda üretimi için genetiğiyle oynanmış gıdalar furyası her tarafı ele geçirdi. Endüstriyel tarım arazilerini genişletmek için ormanların talan edilme süreci başladı. Enerji alanında gerçekleşen özelleştirmeler sonucunda da, büyük enerji tekelleri, kendisine yeni üretim alanları açmak için hidroelektrik santraller, Nükleer santraller gibi çözümler üretti. Kapitalizmin yaklaşık 40 yıldır tarım ve enerji alanında yürüttüğü tüm faaliyetler ekosistemin altına dinamit döşedi. Hızla ekolojik kriz ve onun etkileri büyüyerek gezegenin sonunu hazırlayan bir noktaya doğru evrildi. Bugün yaşadığımız gıda krizinin temelinde kapitalist yıkımın ürünü olan ekolojik kriz vardır.

*) Gıda krizinden ağır şekilde etkilenen ülkelerden biriside Türkiye’dir. Lira’nın döviz karşısında rekor eriyişi, rekor enflasyon oranları, işsizlik, hızla artan yoksullukla birlikte, gıda krizinin patlak vermesiyle Türkiye kapitalizmi içinden çıkılmaz yapısal bir kriz içinde boğulmaktadır. G-20 ülkeleri arasında en hızlı gıda enflasyonu yaşayan ülke Arjantin’den sonra Türkiye’dir. TÜİK’in 5 Mayıs’ta açıkladığı verilere göre gıda enflasyonu %89’a yükselmiş durumdadır. Türkiye’nin gıda krizinden dolayı yaşadığı hiper enflasyonu kontrol altına alması neredeyse imkansızdır. Çünkü temel gıda ve tarım ürünlerinde dışa bağımlı olmakla birlikte, Lira tarihinin en büyük eriyişini yaşamaktadır. Mısır, ayçiçeği, mercimek, pirinç gibi temel gıda ürünlerinde Türkiye dışa bağımlı konumdadır. Gübre sektörü hammadde bakımından dışa bağımlılık gösteriyor ve gübre fiyat artışının Türkiye’deki mevcut üretimde düşmesi bekleniyor. Bu durum da işsizler ordusunun büyümesine yol açacaktır. Et ithalatı için son 12 yılda 10 milyon dolar harcandığı tahmin edilmektedir. Döviz krizindeki fiyat artışlarının benzerleri gıda krizinin etkisiyle de nirvanaya ulaşacağı aşikar bir olgudur. Bu durum bir yandan sosyal patlama dinamiklerini tetikletecek bir yandan da Erdoğan rejiminin daha fazla otoriterleşmesine devlet teröründe vites yükseltmesine yol açacaktır. Erdoğan rejimi içeride yaşadığı tüm bu açmazlardan kurtulmak için savaş kartını masaya sürecektir. Savaş ve militarist yatırımlar Türkiye kapitalizminin tüm yapısal krizini derinleştirerek çöküş yaşatabilme potansiyeline sahiptir. Mevcut tüm çelişkileri ve yıkımları ortadan kaldıracak unsurda militan sınıf savaşlarının kendisidir. Aksi hâlde yıkımlar, açlık, yoksulluk, sefalet, savaş, ırkçılık kaçınılmaz son olacaktır.
*) Türkiye’nin kendi kendisine yetecek tarım ülkesi olmasına rağmen temel gıda ürünlerinde dışa bağımlı olması, gıda enflasyonunda dünyada ilk sıraları kimseye kaptırmaması, tarımda yıllardır izlenen neo-liberal politikaların eleştiri ve sorgulanmasını da beraberinde getirmektedir. Son 20 yıldır AKP iktidarda tek başına yer almaktadır. Türkiye nüfusunun %53.62’lik bir oranı da 35 yaşının altındadır. Türkiye’deki her iki kişiden birisi ya AKP öncesi henüz dünyada yoktu yada AKP öncesini hatırlayamayacak kadar küçüktü. Bu somut durum gerek AKP çevresi tarafından gerekse de burjuva muhalefeti tarafından, AKP öncesi Türkiye hakkında karikatürize edilmiş hurafeler ve manipülatif savların üretilmektedir. Erdoğan çevresine göre kendileri iktidara gelmeden önce adeta Türkiye taş devrinde yaşamaktaydı, her şey AKP ile birlikte geldi. Burjuva muhalefetine göre ise, AKP öncesi Türkiye son derece demokratik, modern bir sosyal devletti, AKP ile herşey mahvoldu. Bu manipülatif söylemler tarımda ve gıdada dışa bağımlılık sorununda da üretilmektedir. Tarımdaki neo-liberal politikaların AKP’nin eseri olduğu öne sürülmektedir. Neo-liberal dönüşüm politikalarının en vahşisi ve en istikrarlısı AKP döneminde yapıldığı doğrudur. Fakat bu süreç Erdoğan’la birlikte başlamamakla birlikte bu Erdoğan’ın şahsi tercihi de değildi. Bu durum 24 Ocak 1980 tarihinden beri Türkiye kapitalizminin ulaşmaya çalıştığı ana hedefti. Bu sürecin startını 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte verildi. Bu kararları hayata geçirmek, emekçilerin tüm kazanımlarını ellerinden almak için 12 Eylül askeri darbesi gerçekleşti. 80’lerin sonlarına doğru emekçilerin verdiği radikal kitlesel mücadeleler, liberal saldırıları püskürtmeyi, etkisini zayıflatmayı başardı. Tüm gelen hükümetler özelleştirme ve liberal dönüşüm dalgasını uygulamaya çalıştı. Özellikle 90’ların sonlarında kurulan AKP öncesi Ecevit hükümetinin uyguladığı İMF programıyla birlikte tarımdaki tüm kapitalist yıkımın temelleri atıldı. İMF programı tarımda kota, liberalleşme, gıda sanayinde özelleştirmeler en fazla öncelik verdiği konulardı. 20 yıldır AKP’nin uyguladığı tüm ekonomi programı 24 Ocak kararlarının, Ecevit hükümetinin İMF programının kısacası Türkiye burjuvazisinin üzerinde uzlaştığı ekonomi programının ta kendisiydi. Bugün Türkiye’deki burjuva muhalefetinin de öne sürdüğü tüm ekonomi ve siyasal programı Erdoğan rejiminden pek bir farkı yoktur. Burjuva muhalefeti Erdoğan rejimine alternatif olarak sundukları yönetim Erdoğan’sız güleryüzlü Erdoğan rejimi kurmaktır.
Sonuç Yerine
*) Kapitalizmin mutlak hegamonyası altında doğa sınırsızca kullanılacak, bitmek tükenmek bilmeyen bir kaynak olarak görülmektedir. Kapitalizmde doğa burjuvazinin mülkiyetindedir. Kâr, rant, talan uğruna yok olana kadar doğanın yağmalanmasında bir sorun görülmez. Burjuvazinin ahlakına göre bu tamamen meşrudur. Ekolojik krize karşı aldığı önlemler (karbon borsası) dahi kendisine yeni pazar ve rant alanları yaratmaktadır. Ekolojik yıkım politikalarının gıda alanındaki yansımaları endüstriyel tarım, genetiği değiştirilmiş gıdalar, yeni tarım alanları için ormansızlaştırma, seri gıda üretimi için doğayı tahrip eden zirai ilaçlar vs vs
Sorun topyekun uygarlık sorunudur. Gezegenimizin geleceği sorunudur. Kapitalizmi küresel düzeyde aşma perspektifine sahip olmayan her anlayış ekolojik yıkıma ortak olmaktadır.
*) Bugün kapitalizmin uluslararası birleşik krizi çürüme çağında düşüşe geçmiş kapitalizmin yapısal krizidir. Kapitalizmin tüm krizleri uluslararası düzeyde iç içe geçerek tüm gezegen için varlık yokluk soruna dönüşmüş bulunmaktadır. Bu krizden ve kapitalist barbarlığın yıkımından çıkmak için enternasyonalist bir cevap ve eylem programına ihtiyaç vardır. Kendisini milli devletler şeklinde örgütlemiş hudutlu kapitalist dünya bunun önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Küresel kriz derinleştikçe, burjuva hükümetler ultra korumacılık tedbirleri almakta, savaş yatırımlarını artırmakta, otoriterleşmekte, ırkçılığı güçlendirmektedir. Burjuva hükümetlerin tüm bu korumacılık siyasetinin temelinde kendi sermaye sınıfını diğerlerine karşı korumak için almaktadır. ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları, ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı AB ülkelerini kendi saflarında hizaya sokmak için ekonomik savaş yürütmektedir. Avrupa ülkeleri hatta AB üyeleri dahil kendi aralarında birbirleriyle sinsi şekilde ekonomik savaş halindedir. Gelinen noktada dünya devletlerinin kendi aralarında kalıcı ittifaklar yapma ve birlikte hareket etme alanları hiç olmadığı kadar daralmaktadır. Dünya ekonomisi iç içe geçmiştir ki bir kapitalist ülkenin rakip gördüğü başka bir kapitalist ülkeye karşı aldığı korumacı önlemler, sonunda kendi kapitalistine zarar vermektedir. Çünkü rakip ülkelerde yatırımları vardır. Sermayeye kazanç getiren yatırımlar için yeryüzünün bir ucundan diğer ucuna ışık hızıyla hareket etmektedir. Sermayenin hareketliliği karşısında her ne kadar hudutlar yok gibi görünse de ekonomik kriz ve daralma dönemlerinde hudutların dikenli telleri tüm yakıcılığıyla karşımıza dikilmektedir.

*) Covid-19 küresel sağlım kriziyle birleşik bir kriziyle evrilen kapitalizmin buna karşı geliştirdiği reaksiyonlar emperyalist dünya savaşı yıllarını aratmayacak düzeydeydi. Hudutların kapatılması, ultra korumacılık önlemleri, otoriterleşme, savaş yatırımları, artan ırkçılık, demokratik hürriyetlerin rafa kalkması….
Tüm bu korumacılık önlemleri Covid-19 krizinde alınan zorunlu geçici bir önlem olarak kalmayarak, çürümekte olan kapitalizmin kalıcı politikasına evrilmiştir. Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte bu süreç daha da sertleşmeye başlamıştır. Ekolojik yıkım, gıda krizi, küresel hiper enflasyon, işsizlik, yoksulluk önlenemez şekilde artıyor. Devletlerin mali krizleri büyümekte, para birimleri sistematik olarak sarsılmaktadır. Karaya vuran kapitalizmin sonucu olarak emperyalistler arası çelişkiler o kadar üst seviyelere ulaştı ki, sosyal patlamalar, kanlı isyanlar, kapitalizmi sarsacak ayaklanmaların nesnelliği oluşmakta, dünyanın dört bir yanında kızıl yangınlara dönüşecek potansiyellere evrilmektedir. 2019 yılında başlayan kapitalist yıkıma karşı isyan dalgaları tüm kıtalarda kendisini var etmektedir. Fakat devrimci önderliğin eksikliğinde bu isyanlar ya bir süre sonra sönümlenmekte, yada mevcut iktidarı devirip yerine sol reformist partileri iktidara getirerek, sistemin devamı ve kendisini toparlaması için fırsat kazandırmaktadır. Kapitalizmin tüm krizlerine paralel olarak insanlığın ve tüm canlı türlerinin geleceği için tüm yakıcılığıyla aşılmayı bekleyen devrimci önderlik krizi kendisini var etmektedir. Kapitalizmin iç içe geçmiş krizleri derinleştikçe isyan dalgaları uluslararası düzeyde birbirini tetikleterek büyümeleri kaçınılmazdır. Bu isyanları kapitalizmi yıkmaya yönlendirmek için sosyalist dünya devrimi alternatifini canlı tutmak, ete kemiğe büründürmek, bunun aracı olan dünya devriminin partisinin inşasına odaklanmak Enternasyonal Komünist militanların biricik görevidir.

*) Tüm enerji sektörü işçi denetiminde kamulaştırılsın!
*) Yenilenebilir enerjiye geçilsin!
*) Açık ocak madenciliğine hayır!
*) Nükleere hayır!
*) Gıda ve Tarımda Patente Hayır!
*) Tüm tarım alanları işçi denetiminde kamulaştırılsın!
*) Ekolojik merkezi planlı tarıma geçilsin!
*) İşçi emekçi hükümeti!
*) Küresel Sosyalist Devrim!