Sömürge, bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında, üzerinde egemenlik kurarak yönettiği, ekonomik ve siyasal çıkar sağladığı, her yönden sömürdüğü ülke demektir. Sömürgeler ikiye ayrılır, tam sömürgeler henüz devlet kurma aşamasına gelmemiş toplumlardır, yarı sömürgeler ise devlet olup emperyalizm tarafından sömürülenlerdir. Kürtler bu iki kategoriye de uymazlar ki bu en kötüsüdür. Kürt halkı hiçbir statüsü bulunmadığından dolayı sömürge bile değildir, onun bile kat be kat altındadır çünkü toprakları ilhak edilmiştir. Kürtler köleleştirilmek, kişiliksizleştirilmek, adıyla, şanıyla, diliyle, kültürüyle tarihten ve yeryüzünden silinmek istenen bir halktır. Klasik sömürgecilik mantığında sömürgeleştirilmiş bölgelerin ham madde deposu olarak kullanılması, her türlü yer altı ve üstü kaynaklarının bir pazar olarak kullanılması Kürdistan için de geçerlidir. Bunun yanı sıra ucuz iş gücü ve askeri personel ihtiyacının karşılanması için kullanılıp bir de üstüne köle muamelesi görür Kürtler. Kürdistan öyle bir ülkedir ki ne Fransa’nın Tunus ve Cezayir sömürgelerine ne de İngiltere’nin Uganda sömürgesine benzer. Oralarda kimse Fransızlaştırılmamıştır. En son Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırlarının dörde ayrılması, onu uluslararası bir sömürge haline getirmiştir. Sınırlarını işgal eden dört devlet de biri öbüründen ilham almasın diye her türlü ulusal bağımsızlık mücadelelerini kutsal bir ittifak içinde kanla boğmuşlardır. Bazen Dersim’de bombalar yağmıştır Kürtlerin üzerine bazen de Halepçe’de zehirli gazlar. Bu sorunun kendisini egemen devletler hep yok saymıştır. Türkiye’de kağıt üzerinde herkes Türk iken Suriye’de kimliksiz bir halktır Kürtler.
Mızrağın çuvala sığmadığı yerde sorunun adını azınlık sorunu koyanlar da yanılıyorlar. Kendi topraklarında sayıları 40-50 milyonu bulan bir halk azınlık değildir, burada açık açık bir işgal sorunu vardır. Kapitalizmin yükselişe geçtiği 19. Yüzyıl sömürge sorununun da ana kaynağıdır fakat sömürgelerin Milletler Cemiyetinde geleceği belirlenirken Kürdistan sorunu yok sayılmıştır çünkü “böyle bir yer yoktur”.
Kemalist iktidar Kurtuluş Savaşı yıllarında ve ardından yapılan sözleşmelerde (Lozan Antlaşması) Kürdistan’ın parçalanması noktasında emperyalistlerle iş birliği yaparken sözde sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelesi vermişlerdir. İkisini aynı anda yapan ender kadrolardır bunlar. Kemalistlerin Kürtlere karşı uyguladıkları ırkçı ve sömürgeci politikaları gizlemek için kullandıkları başka bir yol da Kürtler’i ırkçılık yapmakla suçlamaktır. Kürt kültürünün yasaklanması, her türlü yol kullanılarak Kürtlere, Türkçe’nin ve Türk kültürünün dayatılması, yoğun bir asimilasyon sürecinin izlenmesi, Kürtçe isim ve köy adlarının değiştirilmesi, Türkçeleştirilmesi, Kürtçe konuşana para cezası verilmesi, Kürtçeye ve Kürt kültürüne ait hiçbir iz bırakılmaması, her türlü devlet terörü Kemalizmin başlıca yöntemleridir. Tüm bu uygulamalara karşı Kürt halkının kendi ulusal kurtuluş mücadelesini vermesiyse bölücülük, ırkçılık olarak deģerlendirilmiştir. Bu Ortaçağ zihniyeti Uygur ve Bulgaristan’daki Türklerin mücadelesini, faşizme, ırkçılığa ve sömürgeciliğe karşı bir mücadele olarak değerlendirir ama aynısını Kürtler yapınca bölücülük faaliyetidir bunun adı. Herkesin kanun önünde eşit olduğu, ayrım olmadığı, Türkler ile Kürtlerin et ve tırnak gibi olduğu vb. enteresan söylemler ise yine kelimenin tam manasıyla birer safsatadır. Sömürgeci ile sömürge arasında olan ilişki efendi ile köle ilişkisidir. Efendiler ile köleler hiçbir yerde eşit değildir. Ekmek yediği kaba etmek herhalde sömürgecilerin en sık kullandığı cümledir. Kürtler birer köledir, köpektir, ekmekleri verilir, karşılığında uysal birer hayvan gibi sadece hırsız geldiğinde havlanması istenir. İşte Kürtlere yapılan muamele budur.
Sömürgeci bazen sömürgeyi içinde bulunduğu durumdan sorumlu görür, yer yer sömürgeci egemen sınıfın aydını da bu düşünceye çanak tutar. Bölgedeki feodal yapılar, toprak ağaları vasıtasıyla sömürgenin daha da fazla ezildiģinden dem vurur. Oysa gerçekte bu ezici unsurlar sömürgeci devletin birer ajanı ve sopasından başka bir şey değildir. Sömürge sorunu özünde bir sınıf savaşı barındırır, sömürgeciye karşı verilen savaş bu gerici yapılara karşı da verilen bir savaştır. Sömürgeci, sömürge topraklarında geri bırakılmışlığı, açlığı, işsizliği, eğitimsizliği, bölgede yürüttüğü dini çalışmalar vs. için bir aygıt olarak kullanır. Sömürgeci, sömürgeyi kendi içinde bölmeye çalışır. Ulusal birliğin sağlanamaması adına kendi uysal sömürge insanını üretir, kardeşine karşı bir silah olarak kullanır. Elimden geldiği kadar sömürge sorununa değinmeye çalıştım, şimdi olayın başka yönlerini ele almak istiyorum.
Sömürge sorunu sadece devletler ile toprakları işgal, ilhak edilmiş halklar arasında bitmiyor. Son kırk yılda büyük ölçüde dört coğrafyada siyasallaşan Kürtlere söz de Enternasyonel Devrimci özde Şovenler tarafından da aynı efendilik taslanır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Stalinci TKP’nin başını çektiği sosyalist sol her türlü Kürt ulusal isyanında Kemalist hükümetin yanında yer almıştır. Leninizmin en temel öğretilerinden biri olan UKKTH konu Kürtler olunca yok sayılır. Çünkü “Kürtler aslında yoktur.” Dünyanın öbür ucunda, ilgili ilgisiz her ulusal kurtuluş mücadelesine destek vermeye meyilli sol, söz konusu Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesi olunca türlü bahanelerle sessiz kalır ve hatta karşı çıkar. Kendi sömürgeci devletine hesap sormak bir yana dursun, bir ulusun bağımsızlık mücadelesini devletle aynı pozisyonu alıp bölücülük diye kavramak şovenizmin doruğudur. Birlikte mücadele çağrısı ise aynı Leninist ilkenin yine bir inkarıdır. Birlikte mücadele özdeş koşullarda olur. Toprakları işgal edilen, bütün ulusal hakları ayaklar altına alınan bir halkın bağımsızlık mücadelesine milliyetçilik demek kendi şovenizminin üstünü örtme girişiminden başka bir şey değildir ve bunu yapan da azımsanmayacak kadar çoktur. Çünkü sorunu bir Marksist olarak ele almıyorlar, bir Türk yurtseveri olarak ele alıyorlar.
Türkiye sosyalist solunun Kürt sorunu ile imtihanı
… ezen ulusların sosyalistlerinin ikiyüzlülüğü ve korkaklığı üzerinde özellikle duran açık ve tam bir ifade ile kaleme alınmış bir programda, ezilen ulusların kurtuluşunu istemeliyiz, ve bu, havada, genel sözlerle, içi boş laf ebelikleriyle ve sorunu geleceğe, sosyalizmin gerçekleşeceği zamana erteleyerek olmamalıdır. Nasıl ki insanlık sınıfların ortadan kalktığı döneme ancak ezilen sınıfın diktatörlüğünün sürdüğü bir geçiş dönemini aşarak ulaşabilirse, ulusların kaçınılmaz olan bütünleşmesine de ancak bütün ezilen ulusların kurtulduğu, yani ezen ulustan ayrılma özgürlüğüne kavuştuğu bir geçiş dönemini aşarak varabilir.
Lenin’in ortaya koyduğu bu temel ilke sosyalist sol tarafından çoğu kez görmezden gelinmiştir. Cumhuriyet döneminin geleneksel TKP’si ve kadroları bırakın bir ulusun kaderini tayin hakkını tanımayı, yer yer utangaç, bazen de azılı birer Kemaliste dönüşmüşlerdir. Şeyh Sait isyanında ayaklanan Kürtleri hain olarak damgalayan ve Dersim katliamında Kemalist hükümetin yanında duran TKP, hükümüti ilerici, demokratik devrimi yapan bir iktidar olarak tanımlamıştır. Türkiye sosyalist solu inşasını bu gelenek üzerine kurduğundan uzun dönem Bonopartist Kemalist burjuva iktidar ile hesaplaşamamıştır. Tüm dünyayı kasıp kavuran 68 hareketlerinden sonra ilk defa ciddi anlamda Kaypakkaya önderliğinde Kemalizmle bir hesaplaşma gayreti başlamış ve Kürdistan sorunu artık dillendirilmeye başlanmıştır. Ne var ki bunun bedelini çok ağır ödemiştir Kaypakkaya. Bugün dahi onun adını ağzına alamayan, anmayan sözüm ona “devrimci” unsurlar vardır, nedeni açıktır: Kutsallarına faşist demiştir çünkü.
Kürt sorunu ardından gelişen süreçte yüz parçaya bölünen solun ilgisini hiçbir zaman gerçek anlamda çekmemiştir. Çeşitli bahaneler ileri sürülerek, sınıf indirgemeci bir anlayışla bu sorun hep hasıraltı edilmiştir. Bahaneler bu dönemde de aynıdır: Gerici feodal ayaklanmalar, emperyalizmin kuklası, kimlik siyaseti, Kürtçülük, bölücülük… Bunlar sadece birer devlet söylemi olarak kalsaydı keşke. Ama egemen resmi ideolojiden bir türlü kopamayan sol onun gösterdiği yolda, aynı rüzgâra kapılarak aynı söylemlerle bu sorunu ötekileştirip geçiştirmiştir. Devlet faşizmine, türk şovenizmine karşı mücadele etmek ezen ulusun komünistlerinin birincil görevidir, bunu yapmak bir yana dursun, sömürge bile olamayan statüsüz bir halkın bağımsızlık mücadelesini yok sayarak kendi mücadelesine eklemlenmesini isteyerek Leninizmin temel ilkelerini paspas yaptılar. Sosyalist solun tarihi trajedilerle doludur. 70 sonrası türkiye sosyalist solundan kopan Kürt sosyalistlerine karşı Kürdistan’ı bir Türk sömürgesi olarak görmek istemeyen ya da görmeyen gruplar ayrı örgütlenmesini de anti kapitalist olmamakla suçlamışlardır bu anlamda. Açık konuşalım, Kürt halkı doğar doğmaz içinde bulunduğu koşullardan dolayı örgütlü bir yaşam benimser ve sürdürür, fabrikalarda milyonlarca türk emekçi dururken bugün hâlâ Kürt gençlerinin bu ilerici yanlarından yararlanmak isteyen, onları kolay lokma olarak gören, örgütlenebilir kimseler olarak mücadelesine katmak isteği solun enternasyonelligi değil, iki yüzlülüğüdür. 80 sonrası gelişen ve büyüyen pkk hareketine olan bakış da yine aynı benzer argümanlar üzerinden eleştirilmiştir. Mesela aynı eleştiriler hiçbir dönemde FHKO (Filistin Halk Kurtuluş Ordusu) için yapılmamıştır, çünkü FHKO kendi topraklarında değildir. Şovenizmin tek başına ifadesidir bu durum. Devlet terörüne karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğine dair verilen akıllar ise solun Kürt sorunu karşısında iflâsıdır. Türkiye sosyalist hareketi özellikle Pkk’nin emperyalizmle geliştirdiği ilişkileri bahane ederek Kürt halkını yalnız bırakıyor, şovenist yanlarını pratikleriyle sergiliyor. 2000’li yıllara sosyalist sol Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine seyirciyken şimdilerde gücünü yitirdikçe Kürt halkının dinamik kitle hareketinden beslenmek için onun kuyrukçuluğunu yapıyor. Küçük burjuvazinin gücün peşinden gitmesi ve o şoven yanlarını geriye atmasının bir sonucudur bu da. Bu tarihsel veriler günümüze şekil değiştirmeden ulaşmıştır. Öyle ki hâlâ bir ulusun bağımsızlık k mücadelesini kimlik siyaseti olarak niteleyen ahmak bir topluluk barınır sosyalist solun içinde. Ülkesi olmayan bir halkın kime karşı sınıf mücadelesi vermesi bekleniyor? Sırf Kürt olduğu için insanlar barbarca öldürülürken, ölüsüne bile işkence yapılırken ulusal kimlik mücadelesinin ön planda olmasının çok normal olduğunun anlaşılmaması bir ahmaklıktır. Kendi liberal reformcu bataklığına aldırmadan her türlü kimlik mücadelesini aynı indirgemeci tavırla liberallikle özdeşleştirmek, bütün bu sorunları sosyalizmin gelişine ötelemek anti leninist bir tutumdur. Kaldı ki bütün bu sorunlara karşı verilen mücadelelerin sınıfsal bir yanı da hep olmuştur. Nitekim kadın mücadelesi, ekoloji mücadelesi, lgbti cinsiyet eşitliği mücadelesi gibi bu da sınıf mücadelesini bir parçasıdır. Ezilenlerin farklı kategorilerde olmasının farkında olmadan işçi sınıfından başka ezilen yokmuş gibi davranmanın yarattığı sığlığın bir ürünüdür buradaki sınıfsal mücadeleyi ve hangi sınıfa karşı mücadele verildiğini görememek.
Bu şoven topluluk kendi sınırları dışında gelişen olaylara da aynı mantık ile yaklaşır. Gerici, barbar, tecavüzcü, cihatçı çetelere karşı halkının canını korumaya çalışırken Kürtler, ABD’den yardım aldıkları gerekçesiyle neredeyse düşman ilan edilecekler. Kızıl bir askeri güç var da dünyada, Kürtler ABD ile iş birliği yapıyor, hay aksi. Kürt alerjisinin dışa vurumundan başka bir şey değildir bu. Kendi ülkesinin kemalist iktidarının emperyalistlerle iş birliği içinde Kürdistan’ı dört parçaya bölmesine anti emperyalizm yakıştırması yapanlardan fazlası beklenmez. Kendi ülkesinin dışarda verdiği bu gerici savaşta yenilgisini bile savunmak zor geldi bu ikinci enternasyonal artıklarına. Zamanında ermenileri katledip TKP içinde mücadele edenler nasıl vardılarsa, bugün de kürtleri öldüren, onlara işkence eden subaylar, bugünün TKP’sinde kendisine yer bulabiliyor. Komünist bir partinin içinde Kürtlere karşı insanlık suçları işleyen birinin bulunması aslında sorunun çok daha derin olduğunu gösteriyor. Mesela Filistin’in Dostları diye bir platform çalışması yürütürken kurumlar, kendi burjuvalarının işgal ettiği Kürdistan için neden böyle bir çalışma yürütmez? Bunun hem tatlı su solculuğu hem de kitlelerin geri bilincine yaslanan oportünist bir bakış açısı olduğunu söylebilirim. Aslında Kürt özgürlük hareketi bugün tam da Türkiye sosyalist solunun çizgisine geldi. Ayrılığın hiç dile alınmadığı, birlikte yaşam ve mücadele, ortak vatan, Türkiyelileşmek vs. fakat yine de yaranamıyor. Çünkü yaranmak gibi bir zorunluluğu var, efendileri böyle istiyor!
Sözün kısası Türk sermaye devleti, tüm milliyetçiliğini ve resmi ideolojisini Kürt düşmanlığı üzerinden var eder. Resmi ideolojiden kopamayan sosyal şoven sol, emekçi halklara bir çözüm olamaz. Çünkü onlar resmi devlet ideolojisinin sol kisvesine bürünmüş halidir. Kürt burjuva önderliği de Kürt emekçileri için çözüm olamaz. Çünkü onlar sömürgeci düzene entegre olma yoluna girmiştir. Bağımsızlık için mücadele edecek yetiye de sahip değildir. Çünkü onların sağlayabilecekleri bağımsızlık yalnızca sömürgeci gücün el değiştirmesinden başka bir yol sunmamaktadır. Kürt sorunu bir proleter devrim sorunudur. 4 Farklı sömürgeci burjuva devletlerin ilgası gerçekleşmeden halkların özgürlüğü mümkün değildir. Dörde bölünmüş Kürdistan için tek kurtuluş yine başka bir dörtten geçmektedir. Dördüncü Enternasyonalin ve devrimci partinin inşası!
Başkasını ezen ulusun işçisi özgür değildir!
Biji Serhildan Azadiya Kızıl Kürdistan!