Laiklik üzerine yeniden tartışmak
Meclis başkanı İsmail Kahraman’ın yeni anayasada laiklik olmamalı çıkışıyla Türkiye’de son aylarda yeniden bir laiklik gündemi oluştu ve geçtiğimiz cumartesi günü KESK, “Laik yaşam, Laik eğitim.” mitingi düzenledi. Burada tartışılması gereken bir konu, üzerine düşünülmesi gereken bir soru var… Toplumu laiklik üzerinden okumak ne derece doğru?
Başta Stalinist sol olmak üzere solun genel hastalıklarından biri toplumu “laikler, ilericiler” ve “dindarlar, gericiler” olarak okumaktır. Komintern’in İkinci Çin Devrimi yılllarında geliştirdiği bu kavrama biçimi ne yazık ki Türkiye’de de solun geneline hakimdir ve belli başlı temel yanlışlar içerir.
Bu yanlışların birincisi AKP’nin (veya dünyadaki çeşitli muhafazakar partilerin) izledikleri anti-seküler tüm saldırılarının bu partilerin gericiliğinden, yobazlığından, dinciliğinden vb. kaynaklandığı iddia etmek ve siyaseti bu dil ile sürdürerek gerçeği kitlelerden gizlemektir. AKP ve diğer muhafazakar iktidar partilerinin attığı anti-seküler tüm adımların sebebi bu partilerin burjuva partileri oluşundandır. Tüm yasakçı adımları yalnızca kendilerinden aşağıda bulunan sınıflaradır. Örneklendirmek gerekirse işçi sınıfı veya gündelik dilde fakir halk, bilimsel eğitime dair zerre içerik barındırmayan İmam Hatip Liselerinde okumak, papaz eriğini imam eriğine çevirmek gibi ‘çılgın’ projelerle uğraşırken bakan çocukları İtalya’da, İngiltere’de, ABD’de en üst düzey eğitimleri almaktadır. İşçi ailelerden öğrencilerin bayilerden bira alması engellenirken gece mekanlarında zenginlere herhangi bir kısıtlama yoktur vb. (Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.)
Yine bu okumanın ikinci belki, de en önemli temel yanlışı ise dindar emekçileri elitist bir şekilde düşman bellerken burjuva aydınlanmacıları (Bolivar, Chavez, Peron, Mustafa Kemal, Esad vb.) ‘gericiliğe’ karşı savaşta müttefik hatta pek çok zaman önder olarak benimsenir. Burjuvaziye sahip olmadığı bir devrimci rol biçen bu anlayış, başta 1927 Çin ve 1936 İspanya devrimlerinin başarısızlığa ulaşamamasının en önemli sebebidir. Aynı şekilde AKP’ye veya muhafazakar partilere oy veren ve onların siyaset diliyle konuşan, düşünen işçileri de terazinin karşı tarafına koymak “E o zaman devrimi kim yapacak?” sorusunu doğurur ve bizi tepeden bir lider, bir aydın, bir kurtarıcı beklemeye iter. Bu bekleyişe düşmek ise sosyalizmi işçi sınıfının inşaa edeceğini iddia eden Marksistler için siyasi bir iflastır, bu bekleyişten şiddetle kaçınılmalıdır.
İşçileri laik ya da değil, namaz kılan-kılmayan, örtünen-örtünmeyen şeklinde ayıran bu siyasete var gücümüzle karşı çıkalım, siyasetin sınıflar üzerinden tartışıldığı bir sivil toplum yaratalım ve işçi sınıfını birleştirici politikalar üretelim. ‘Laikliğin kalesi’ Fransa’da işçiler çalışma yasası değiştiği için tüm hayatı durdururken biz Türkiye’de gündemimize kiralık işçilik tasarısını almaz,laiklik mitingleri yaparsak köle işçiliği zaten haketmişiz demektir.
Candemir Zeytin
1 Haziran 2016