MAHİR KILIÇ,DİRENİŞ VE “ SOL”
Geçtiğimiz aylarda, İzmir Büyükşehir Belediyesinin 258 işçiyi işten çıkarması üzerine,işçiler Konak meydanında direnişe başlamışlardı. Kendilerine “ Konak Direnişçileri” adı verilen işçilerden biri olan Mahir Kılıç, eylemini açlık grevine direnişine dönüştürerek 184 gün açlık grevi yapmıştı… İşçiler 24 Haziran seçimlerinden hemen önce İzmir Büyükşehir Belediyesi ile imzaladıkları işe dönüş protokolü sonucu eylemlerine son vermişlerdi.CHP’li belediye geçen süre zarfında işçilerin taleplerini yerine getirmedi.Bunun üzerine Mahir Kılıç eylemini CHP genel merkezi önüne taşıdı.Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle Mahir Kılıç, CHP önündeki direnişinin 56. ve açlık grevinin 23. Gününü geride bırakmıştır.
CHP yönetimi duymuyor ! Buna şaşırmıyoruz.Çünkü sosyal-demokrat CHP, tarihsel misyonunu yerine getiriyor. TÜSİAD gibi sermayenin belli başlı gruplarıyla tarihsel ve organik bağları olan CHP, aynı zaman da burjuva devletin asli kurucu unsuru olan bir partidir. Gerici egemen sınıfların,emperyalist sermayenin çıkarlarına uygun siyaset üretmek için kurduğu bir partidir. Emek düşmanıdır! Emekçilerin kanını emen sömürücü sınıfların siyasal örgütüdür. CHP gerçek yüzünü emekçi kitlelerden saklamak için direnişinin sonunda Mahir KILIÇ’ı işe geri alsa bile CHP’nin hangi sınıfı temsil ettiği gerçeği değişmeyecektir.
DİSK yönetimi duymuyor ! Biz buna da şaşırmıyoruz. Çünkü DİSK Genel – İŞ yönetiminin dayandığı işçi hareketi bürokrasisi, küçük-burjuvazinin bir parçasıdır.Emek ile sermaye arasında yer alır ve üstlendiği nesnel rol bu iki sınıf arasında arabuluculuk yapmaktır.Burada DİSK Genel-İş yönetiminin milletvekilliği listelerinde CHP ile organik bağları ve çıkar ortaklıkları da sözkonusudur.Sendikalar düzene entegre olmuş bürokratik aygıtlara dönüşmüştür. DiSK yönetimi, OHAL öncesinde bile dayatılan grev yasağına biat ederek mücadele seçeneğini ortaya koyan işçi tabanını pasifize etmiştir.
Emek çevreleri duymuyor…Umut-Sen dışında Konak direnişini ele alan bir sendika bile yok. …….Sol basın yazmıyor…..Dayanışma eylemleri örgütlenmiyor !
Geçtiğimiz yıl KHK ile işlerinden atılan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Yüksel caddesinde başlattıkları direnişlerini açlık greviyle sürdürmeye karar verdiler. Halkın, sanat camiasının, aydınların harekete geçmelerini amaçlayan eylemler ve etkinlikler gerçekleştirildi. Bu dayanışma kitlesel biçimde açlık grevinin 60.gününde karşılık buldu.Bu süreçte CHP ve HDP bile mecliste bir günlük açlık grevi başlattılar. Bir çok kentte bir günlük açlık grevini de kapsayan dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Nuriye ve Semih’in eyleminin en fazla kitleselleştiği sürece bu noktada girilmişti. Zaten eylemin başarısı da KHK ile işten atılanları sürecin mağduru değil, ama muhatabı olarak kabul ettirmiş olmasıdır.
Ancak Yüksel direnişini desteklemeye akan kitle , Mahir KILIÇ , yine aynı biçimde işe iade talebiyle açlık grevini 184. .güne dek sürdürdüğü halde neden bir günlük de olsa dayanışma eylemleri örgütleyememişti?

Temel sorunumuz : 184 günün ardından belediye imzaladığı protokolde yerine getireceğini söylediği talepleri yerine getirerek işçilere verdiği sözü tutmadığı için bugün yeniden bir direniş başladı ve açlık grevinin 23. günü geride kaldı.Gerek Konak meydanındaki 184 günlük direnişte gerekse de bugün CHP genel merkezi önüne taşınarak yeniden açlık grevine evrilen süreçte açlık grevine giden bir işçi neden akademisyenler kadar değer görmemektedir.Neden ?
Yüksel süreci için OHAL koşullarında bile kitlesel sayılabilecek eylemler örgütlendi..Elbette yine DİSK gibi KESK de bu eylemlere dahil olmadı……Hatta bu direnişleri yok saydılar ; görmediler ; gündeme bile getirmediler. Sendikaların sınıf mücadelesindeki tutumlarını yukarıda açıkladık. Zaten burada konumuz da sendikaların tutumları değil : Biz Yüksel’deki acil ve güncel talepleri sahiplenen kitlelerin neden Mahir’in direnişine yüzünü dönmediğini tartışmak zorundayız.
Bu konuda solun kafası da epeyce karışıktır çünkü yapılan destek çağrılarının çoğu vicdana seslenerek insan haklarına odaklanıyor.Bize göre dayanışma eylemlerinin sadece vicdani bir çizgiden ilerliyor olmaları sorumluluktan kaçmaydı.Nuriye ve Semih’in mücadelesini salt bir insan hakları mücadelesine indirgemek de ciddi bir haksızlıktır diye düşünüyoruz. Çünkü Yüksel direnişi sınıf mücadelesinin görünümlerin biri olarak ele alınmayı hak ediyor.Aynı biçimde önce İzmir Konak meydanında sonra da CHP genel merkezi önünde sürdürülen direnişlerin de sınıf mücadelesi olarak mütalaa edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Aksi taktirde dayanışma adına yaptığın bu iş vicdan rahatlatmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Peki ama vicdan kimin vicdanıdır? Vicdana yönelik bir iç tartışma, insanları dayanışma eylemlerine taşıyabilir ancak gerisini getirmez. Sınıf dayanışmasını her koşulda savunmak için daha fazlasına ihtiyacımız var . Ulus Baker vicdan kavramını tartışırken ‘ Vicdan ahlaktan farklı olarak bir güç durumudur’ der ve sorar: ”İnsan sadece yaptıklarından değil yapmadıklarından da sorumlu tutulamaz mı?”
Evet, belki teker teker kişilerin tarihin seyrini kısa sürede değiştirmesi mümkün değildir ama her bir eylemimizin doğrudan ve dolaylı etkileri sonucu hayatta hep bir şeyin yanında ve doğal olarak da başka bir şeyin de karşısında oluruz. O vakit sürekli diri kalması gereken soru şudur : Bu yaptığım ile neyi çoğaltıyorum?
Devrimci marksizmin vicdanı da ahlakı da sınıf mücadelesidir.Bu yüzden vicdan ya da ahlak soyut bir tanımlama değildir bize göre……. Lenin’den alıntı yapalım : : Biz insanüstü ya da sınıf bilinçsiz kavramlardan kaynaklanan tüm ahlaki ilkeleri reddetmekteyiz. Ahlaki ilkelerimizin tamamen proletaryanın sınıf mücadelesi çıkarlarıyla ilişkili olduğunu söylüyoruz. Ahlaki ilkelerimizin kaynağı proletaryanın sınıf mücadelesi gerçekleri ve ihtiyaçlarıdır.

Öyleyse direnişin neresinde yer alacağız ? Sınıf dayanışmasını hangi perspektif araç ve yöntemlerle örgütleyeceğiz ?

Sermaye devletine yalın bir itirazla başlayacağımız bu noktada mücadelemizi sınıfa karşı sınıf ekseninde bir dayanışma manifestosu olarak yazmak istiyoruz. Bu yüzden vicdan ve iyi niyetten daha fazlasını açıkçası bilincimizi de tartışarak geliştirmek zorundayız.
Komünist Manifesto’dan alıntı yapalım : İnsanların maddi varoluş koşullarının, toplumsal ilişkilerinin, toplumsal varlıklarının, onlardaki tasarımları, görüşleri ve kavramları, kısacası insanların bilincini de değiştirdiğini anlamak için daha derin bir bakışa ihtiyaç var mı?
Açıklayalım : Genelde bilinç insanın kendisini, çevresini ve olup bitenleri algılama, kavrama ve fark etme yetisi olarak tanımlanır. İnsan toplumsal bir varlık olduğuna göre, tek tek insanların bilincinin oluşumununda son tahlilde toplumsal koşullar belirleyicidir. Kişisel bilinç farklılıkları bir yana bırakılacak olursa, toplumsal yaşamda benzer nesnel koşulları-rolleri paylaşan insan grupları toplumsal bir sınıf oluşturur ve buradan hareketle ortak bir sınıf bilinci geliştirebilirler.Bu durumda sınıf dayanışmasını örgütlemek için dayanışma eylemlerine gelen kitlelerin hangi gerekçelerle birlikte yol yürüdüklerini tartışmak zorundayız…

Devrimci Marxistlerin açık yalın ve dürüst olmaktan başka bir duruşu yoktur…Tarih bilinci ile durur kapitalizmin ve sosyal demokrasinin karşısında !
Mücadelesini teşkilatlanarak verir, işçi sınıfının devrimci partisinin inşası hedefi doğrultusunda pratiklerini sergilerler.
Zeynep Duman