Yaz ayı başlamadan birkaç hafta önce başlayan ve sonbaharın ilk ayının ortasına kadar uzanan turizm sezonu, işçilerin sömürülmeye en müsait, ezilmeye karşı en savunmasız anlarından birisidir. Sezon içerisinde özellikle turizmin yoğun olduğu kentlerin otellerinde, restoranlarında ve cafelerinde çalışmak üzere binlerce insan ekmek arayışı içerisinde evlerinden ayrılıp bu bölgelere doğru çalışmak için geliyor. Topraklarından ayrılan bu insanlar çalışmak için geldikleri turistik bölgelerde Serengeti’ye yanlışlıkla yolu düşmüş ceylanlar kadar ezilmeye yüz tutmuş vaziyette kalıyor. Velhasıl iş bulma sürecinde işçiler öncelikle işyerinin tahsis edeceği lojman kriterini göz önünde bulundurarak işe koyuluyor. Böylelikle sezonluk işçi çalışanının kimliği kolay bir zaafı ile deşifre oluyor.

Öncelikle patronların işçilere tahsis ettikleri lojmanlar genelde korkunç vaziyette oluyor. Öyle ki bir daire içerisinde 16 kişinin kaldığına bizzat şahit oldum, bu lojmanda yaklaşık 10 adet ranza bulunmakla birlikte dışarıda kalan 6 kişi yer yataklarında yatıyordu. 4 odadan oluşan bu dairenin 16 kişi için birer adet tuvalet ve banyosu bulunmaktaydı. Lojmandakilerle bir nebze hasbihal ettiğimde genele nazaran bu lojmanın daha yaşanabilir olduğunu söylemeleri içimi ürpertti en başta, inanmak istememiştim. Ancak birkaç işyeri daha gezdiğimde durumun cidden öyle olduğunu fark ettim. Benim kaldığım lojmanda ise 5 kişi kalıyorduk. Bir yatak, bir koltuk, iki tane de yer yatağımız vardı. Dışarıda kalan 1 kişi için ise yapabileceğimiz tek şey battaniyelerden yatak tarzı bir şey yapmak olmuştu. Yatak, koltuk ve yer yataklarına işyerindeki hiyerarşiye göre dağılım yapmıştık. Çalıştığım yer bir alakart resteuranttı ve iş sözleşmesindeki maddeler cidden korkunçtu. Sigorta 20. günün sonunda yapılacak, sigortası yapılmadan işten çıkanlar lojmanda kaldığı gün başına 50 TL ödeyecek vb maddelerin bulunduğu bu sözleşmeye imza atıp atmamak biz işçiler için çok da inisiyatif meselesi değildi çünkü lojman alternatifi olan işyeri bulmak oldukça güçtü. Lojmanlar patronunun bubi tuzağından başka bir şey değildi, kalacak yer var diye gelen işçiler üç gün geçmeden sokakta kalmayı yeğleyecek duruma geliyordu. Sözleşmede 12 saat mesai + antre maddesi olmasına rağmen ben 3 ay boyunca hiçbir gün 12 saat veya daha az çalıştığımı hatırlamıyorum. Buna müteakiben hiçbir şekilde mesai ücreti aldığımızı da hatırlamıyorum. Bunun nedeni ise -çok trajikomik olacak ama- iş sözleşmesinde mesai ücreti kavramının olmamasıymış.

Bu şartlar altında işçilerin çalışacak direnci kalmamakla birlikte hiçbir işçi de kalıcı olmuyor. Gece aynı odada uyuduğumuz iş arkadaşlarımız uyandığımızda memleketine doğru yola çıkmış oluyor. Personel eksikliğinin yükü de yine mevcut işçilere kalmakla birlikte bunun için de ek bir ödeme yapılmıyor. “E madem memnun değilsiniz, çıkın işten” gibi bir düşüncesi olacak liberal lafazanlara ise bu sektörün işvereninin uyguladığı bir stratejiden bahsedeyim. Genelde hiçbir işyeri ödemeleri belli bir günde yapmaz. İşçi stoğuna ve sektörün durumuna göre keyfine göre ödeme yapar. Yani personel eksiği varken maaşınız içeride tutulur, personel fazlalığı varken ise hiç anlamadığınız anda maaşınız verilip kapı dışarı edilebilirsiniz.

    
Bu sektörün işçileri yasalardan tamamen muaf tutulup korkunç bir senaryonun içerisinde buluyorlar kendilerini. Ekmek ve barınma kaygılarından dolayı protest tavırlarını da yitiren bu işçileri savunabilecek tek şey işçi birliği oluyor. Patronun salondaki otoritesi ise bu birlikteliğin gevşemesi ile ortaya çıkmakla beraber kasıtlı ve yapay şekilde de oluşturulmak isteniyor. Öyle ki işçilerin arasına fitne ve fesat karıştırmak için şefleri bir maşa olarak kullandıklarına da şahit oldum. En alt tabaka işçilerin sınıf bilincini yok etmek adına saçma sapan vaatler ve iş arkadaşını hedef gösterme gibi durumlar sıklıkla gözlenebiliyor bu sektörde.

      
Özetleyecek olursak benim 6 senelik bir mutfak deneyimim var. Ancak bu sektörde gördüğüm şeyleri hayatımda ilk kez gördüm. Patronun ne kadar çirkinleşebileceğini, ne kadar gözünü karartabileceğini birinci kişi olarak ilk kez deneyimledim. Bütün bunların yanında bu 3 aylık periyotta kazandığım en önemli şey, düzen karşılığında daha da radikalize olmuş eski iş arkadaşlarım oldu.