Sistematik olarak sosyal medyada, yazılı basında, hatta ve hatta televizyon ile radyo kanallarında mülteci düşmanlığı ve ırkçılık propagandası yapılmaktadır. Bu tarz fikirler düzen muhalefetinin örgütlerinde yayılmakta ve büyümektedir.Düzen muhalefetinin iktidara karşı yürüttüğü muhalefetin temeli bu fikirler olmuştur. CHP’nin kazandığı belediyelerde ilk icraatlar mültecilerin sosyal yardımlarını kesmek ve plaj yasakları oldu. 31 Mart ve devamındaki 23 Haziran İstanbul seçimlerinden kayıpla çıkan ve siyasal meşruiyet krizi yaşayan AKP-MHP koalisyonu siyasette kendi milliyetçi blokunu güçlendirmek ve konsolide edebilmek için mültecilere karşı cadı avına girişti.
İstanbul Valiliğinin 22 Temmuz tarihinde yayınladığı “Düzensiz Göçle Mücadele” açıklamasında Türkiye’ye yasa dışı yollarla giren göçmenlerin yakalanarak sınır dışı edileceği, geçici koruma kapsamında olmakla birlikte İstanbul’da kaydı olmayan mültecilerin kaydı olan illere geri dönmeleri için 20 Ağustos tarihine kadar süre tanındığı açıklandı.Ve işte tarih kendisini tekrar ediyor. Bu olanlar Nazilerin Almanya’da iktidara gelmeleri ile beraber Yahudilere ve öteki azınlıklara yaptıkları ile birebir aynıdır. İlk önce onları getto mahallelerine sürüp sıkıştırmışlardır ve adım adım soykırıma doğru ilerlemişlerdir.
Bu açıklamalardan sonra mülteciler bizzat devletin kendisi veya paramiliter örgütler tarafından saldırıya uğrama, baskı görme ve sürülme durumuyla karşı karşıyadırlar. Gündelik hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalan ve dışlanan mülteciler, İstanbul Valiliğinin bu açıklamasıyla ırkçıların ve sermaye devletinin açık hedefi hâline getirilmiştir.Artık yaşam hakları tehtit altına girmiştir.
~
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yıl sonuna kadar 80 bin mültecinin sınır dışı edileceğini açıkladı. Bakan Soylu yaptığı açıklamada, bir kez daha AB’ye karşı Türkiye’nin mülteci kozunu masaya sürdü:
Bunu kimse tehdit olarak algılamasın. Türkiye oyalanacak bir ülke değildir. Türkiye büyük mücadele ortaya koymaktadır. Tarihin en büyük göç dalgasıyla karşı karşıyayız. Bunlara hakları olmadığını bir kez daha söylüyorum. Buradan kapıları açtığımızda 6 ay hiçbir hükümetleri dayanamaz.
Türkiye İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu
Erdoğan rejimi mültecileri her zor duruma düştüğündeşantaj olarak kullanmıştır. İçeride ise mültecileri ucuz iş gücü olarak faydalanılması gereken köleler ordusu olarak görmüştür. İç İşleri Bakanı Soylu’nun bir lafına bakınız:
Bugün Suriyelilerin, Afganların Türk ekonomisine pek katkısı var. Ağır işlerde Türkiye onlardan faydalanıyor!
Türkiye İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu
Erdoğan rejimi yıllarca Suriye İç Savaşınınprovakatörlüğünüyaptı. Cihatçı terör örgütlerini yıllarca destekledi, onları sahiplendi. Suriye’dekendisini cihatçı terör örgütleri üzerinden var etmeye çalıştı. Afrin ve İdlib’in işgalini ÖSO, El-Nusra ve binbir tür cihatçı çete ile gerçekleştirdi. Kendi sebebiyet verdiği savaş nedeniyle ülkelerini, evlerini (tabi Türk bombardımanı nedeniyle yıkılmadıysa!) ve hatta ailelerini (tabi öldürülmedilerse!) terk etmek zorunda kalan perişan olmuş mültecileri, bir de üstüne suçlu ilan etti.
Bundan sonra rejim, mültecileri AB’ye karşı şantaj olarak masaya sürdü. BM’den mültecilere yardım için kirli pazarlıklara soyundu. Bize istediğimiz parayı verin, biz mültecilerin AB’ye girişini engelleyelim teklifinde bulunuldu. Bu amaç doğrultusunda Ege ve Akdeniz mülteciler için toplu mezar hâline getirildi. Bebeklerin cesetleri sahile vurdu. Bu mezarlığın oluşmasında Erdoğan rejiminin hatrı sayılır payı vardır. Suriye iç savaşından sonra başlayan mülteci krizinde AB emperyalizmi ve Erdoğan rejimi açık bir şekilde insan tacirliğine soyunmuştur. Şimdi de bu insanlık suçlarına bir yenisini daha eklemektedirler. Mültecilere karşı tehcir uygulamak….
Erdoğan rejiminin Suriye’ye gönderdiği mültecilerin can güvenliği yoktur. Çünkü mültecileri ÖSO, El-Nusra ve türevi cihatçı terör örgütlerinin egemenliği altındaki bölgelere sürerek, onların can güvenliğini kafa kesen, insanları canlı canlı yakan tecavüzcü cihatçıların insafına bırakmaktadır. Düzen muhalefeti Erdoğan hükümeti kadar suçludur çünkü insanları azınlıklara ve mültecilere karşı kışkırtanlar, faşist fikirleri yayıp insanları birbirine kırdıranlar ilk onlardır.
31 Mart seçim öncesinde ve sonrasında Patronsuz Dünya sayfalarında defalarca kez, bu seçimde iki milliyetçi blokun yarıştığını, sağın alternatifinin sağ olduğunu, aralarında zerre farkın olmadığını sürekli olarak tekrarladık. Sözler farklı, icraat aynı. “Zayıfı ve fakiri öldür!”
Şimdi düzenin tüm siyasal odakları, “muhalif” olsunlar “yandaş” olsunlar,hep beraber ırkçı salyalarını mültecilerin üstüne akıtma yarışına girdiler. Kendi seçmen tabanlarını da bu ırkçı dalga etrafında konsolide etme derdindeler. Bunu yaparlarken de asla ırkçılık nedir bilmez gibi konuşurlar.
Irkçılığın en temel özelliği kendisini ırkçı olarak görmemesi, düzenli olarak bilimsel / istatistikiverileri ve gerçekleri çarpıtıp insanların önüne sürmesi, kapitalizmin tüm günahlarını sistematik olarak azınlıkların üstüne atmasıdır.
Bugün mülteci meselesinde takınılacak tavır ırkçılık konusunda turnusol kağıdı işlevi görmektedir. Mültecilerin tehcirine alkış tutan, destek veren ya da susan ve radikal bir karşı duruşu olmayan her siyasal özne istisnasız ırkçı ve düzen cephesindendir. Adında “komünist” olan binbir tür parti de aynı böyle bir tavır sergilemektedir.
Az önce bahsettiğim gibi ırkçılığın bir karakteristik özelliği yalan söylemek, gerçekleri çarpıtmaktır. Çünkü kitlesel bir ırkçılık için yığınlara kitlesel nefretini kazandıracak sistematik yalanlar zincirine ihtiyaç vardır. Yıllardır mültecilere karşı nefret oluşturabilmek için özellikle de sosyal medyada sabah akşam yalanlar zinciri kuruldu. Bütün adli suçların mülteciler tarafından işlendiği algısı yaratılmaya çalışıldı. Sanki mülteciler Türkiye’ye gelmeden önce hiç suç işlenmiyordu, tam bir huzur ve barış ortamı varmış gibi algı yaratıldı. Oysa somut gerçekler bunun koca bir yalan olduğunu ispatlamaktadır. Devletin verilerine göre 2014-2017 yılları arasında oluşan adli vakalarda ki Suriyeli oranı %1,32’ye denk düşmektedir. Bu da Suriyelilerin Türkiye’deki genel nüfusunu ele aldığımızda Türklerden daha az suç işledikleri anlamına gelmektedir. Yani her işlenen 100 adli vakadan 99 tanesini burada doğup, burada büyümüş Türkiye vatandaşı işlemiştir. İnsanların tersini düşünmesinin tek nedeni sermayenin medyasının Türklerin işlediği %99 için %1’lik vakit ayırıp, Suriyelilerin işlediği %1 için %99’luk vakit ayırmalarıdır.
Devletin Suriyelilere maaş bağladığı yalanı sürekli ortaya atıldı. Suriyelilerin yan gelip yattığı yalanları bozuk plak gibi yıllarca tekrarlandı. Bu da kocaman bir yalandı; mültecilere yalnızca BM’den gelen bir yardım söz konusuydu, bu yardımın tamamı da mültecilere harcanmadı. Mülteciler yüzünden işsizlik olduğu yalanı sürekli tekrarlandı. İşsizliğin sebebi mülteciler değildir, kapitalizmin ta kendisidir!Kapitalizmin hüküm sürdüğü her zaman ve bölgede işsizler ordusu olmuştur. Kapitalizm yıkılmadığı sürece de olmaya devam edecektir. Kapitalizmin derdi insanları mutlu etmek değildir, %1’lik bir azınlığı mutlu etmektir ve de işsizlik bunun için bir olmaz ise olmazdır! Kapitalist 8 kişiyi çalıştırıp 1 işi 1 saatte verimle bitireceğine 1 kişiyi köleler gibi çalıştırıp ona önceki ile aynı maaşı verir ve 8 saatte bitirir. Geriye kalanlar da işsiz kalır, açlıktan kıvranır.
Söylenen en büyük yalan ise, bizim askerlerimiz ve ordumuz Suriye’nin huzuru için savaşırken, can verirken, onların burada keyif çatıyor olmasıdır. Türkiye’nin Suriye politikasının temelinde “Şam’da Cuma namazı kılmak” hedefi vardı. TC’nin Suriye savaşına müdahil olma amacı emperyal hedefleridir. Mültecilerin yerlerinden yurtlarından olmasına sebep olan etmenlerden biri de TC’nin Suriye’deki varlığıdır.
Türkiye solu mülteci meselesinde sağlıklı bir tutum takınamadı. Bu konuyu arka plana attı veya günü kurtaran açıklamalar ile yetindi. Bunun en önemli nedeni Türkiye solunun Suriye iç Savaşında rejim taraftarı bir pozisyon takınmasıdır. Suriye’den gelen her mülteciyi terörist olarak, AKP’nin koruması altındaki yığınlar olarak gördü. Nüfus ettiği alanlar Kemalizmin güçlü olduğu bölgeler olmasından ve siyasal meşruiyetini Kemalizmin argümanlarıyla elde etmesinden kaynaklı olarak, Kemalist tabanın ırkçı refleksleriyle uyumlu şekilde hareket etti. Mülteci emekçilerle arasına duvarlar ördü, o duvarlar bugün ırkçılığa karşı tutum almalarını engellemektedir. Mülteci meselesinde bir diğer sıkıntılı tutum ise; bu soruna salt bir hümanizm ve yardım kampanyası ekseninde yaklaşan küçük burjuva tutumlardır. Salt bir humanizm ve hayırseverlik eksenli yaklaşım ırkçılığa karşı bir mücadele perspektifi oluşturmaz. Çünkü bu perspektif, mültecileri korunmaya, sahip çıkılmaya muhtaç, kendi öz iradeleriyle kendilerini geçindiremeyecek zavallılar olarak betimlemektedir. Biz Devrimci Komünistler mültecileri yardıma muhtaç, acınacak zavallılar olarak değil, işçi sınıfının en yoksul, en güvencesiz kesmi olarak tanımlamaktayız. İşçi sınıfının ırkçılık karşısındaki tek silahı dayanışma ve örgütlenmedir. Mülteciler kendi eylemleriyle kurtuluş tarihlerini yazacak, dünyayı değiştirme yetisine sahip devrimci proletaryanın bir parçası olarak görmekteyiz. Mültecilere atılan her tokat emekçilere ve ezilenlere atılmıştır, kazanmış oldukları her mevzide emekçilerin ve ezilenlerin hanesine yazılmış olduğunu düşünüyoruz.
Mültecilerin üzerinden ırkçı pençelerinizi çekin!
Mülteciler için yaşam hakkı! Eğitim, sağlık ve örgütlenme hakkı!
Mülteci Tehcirine Dur De!
Irkçılığa, Faşizme karşı emekçilerin ve ezilenlerin birleşik cephesi!