31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Ülke gündeminin merkezine yerel seçimler oturmuş durumda. Aday tanıtımları, aday vaatleri havalarda uçuşuyor. Mahallede, sokakta, okulda, çarşıda, pazarda, sosyal medyada, TV’de, radyoda sürekli olarak adayların vaatleri ve projeleri karşımıza çıkıyor.
Burjuvazinin demokrasi sirki son derece aktif bir şekilde işlemektedir. Emekçilere ve ezilenlere bu demokrasi aldatmacasının seçmeni olması vaaz edilmektedir. Diğer seçimlere nazaran, bu seçimlerdeki politik atmosfer oldukça düşük vaziyette ilerlemektedir. Siyaset değil, adayların projeleri, vaatleri yani yalanları yarışmaktadır.
2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde burjuva muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun amigoluğunu yapıp, bağımsız bir tutum almaktan ısrarla kaçan sosyalist sol, bu seçimlerde adaylar enflasyonu yaratmaktadır. Sosyalist solun 2024 yerel seçimlerinde takınmış olduğu tutumu özetlersek şunu net bir şekilde şöyleyebiliriz: Dayanışma ve Birlik yerini dar grupçuluğa bırakmakta, sınıfa sosyalist siyaset taşımak yerini sosyal belediyecilik projeleri ve reformizme bırakmaktadır.
DEM Parti cephesinde de esasa dair durum pek farklı değildir.
Bu makalemizde, seçim, demokrasi, diktatörlük ve devlet kavramlarını devrimci marksist bir perspektifle açıp, burjuva demokrasisinin neyin örtüsü olduğunu masaya yatırıp, işçi demokrasisi alternatifini öne çıkartacağız.
Düzen cephesinde nelerin olduğunu, düzen muhalefetinin ne durumda olduğunu, dağılan Millet İttifakı ve mevcut tabloyu ele alacağız.
Yerel seçimlerin Kuzey Kürdistan’da nasıl bir yansımaya sahip olduğunu, DEM Parti’nin seçim programını irdeleyip, Üçüncü yol stratejisinin açmazlarını ele alacağız.
Sosyalist Solun içinde bulunduğu sosyal belediyecilik ve reformizm projeleriyle hesaplaşma içinde olup seçim gündemine dair Enternasyonal Komünist perspektifler sunma gayreti içinde olacağız.
Bu makalemizi yayınlama amacımız salt siyasal analizler yapıp tutum beyan etmekten ibaret değildir.
Bu makalemizi yayınlama amacımız: burjuvazinin seçim sirkiyle ve bu sirkin oyuncusu olup emekçiler ve ezilenler saflarında reformist, parlementerist hayaller pazarlayan sol akımlarla militan bir hesaplaşma içine girip, emekçiler, ezilenler ve gençler arasında ” Seçim sirkinin seçmeni değil sınıf savaşının militanı ol” çağrısında bulunmaktır.
Bu çağrı karşılık bulduğu ölçüde bu çalışmamız başarılı olmuş olacaktır. Yolumuz açıktır; unutmayalım ki taşı delen suyun gücü değil damlaların sürekliliğidir…
Sol Homojen Bir Toplam Değildir
31 Mart yerel seçimlerine yaklaştığımız bugünlerde bir çok büyükşehir ve ilçede sosyalist solun adaylar enflasyonu vardır. Sosyalist sol birbirleriyle kıyasıya rekabet içindedir. Çok sık tekrarlanan olgulardan biri olan “Sol niye birleşmiyor? Niye bu kadar dağınık? Niye bu kadar grup, parti var ?” bu süreçte her zamankinden fazla dile getirilir düzeye gelmiştir.
Öncelikle şunun altını kalın bir çizgiyle çizmemiz gerekmektedir.
Sol Homojen Bir Toplam Değildir!
Tarihin hiçbir döneminde de olmadı. Tarih boyunca her sınıfın sol partileri, sol akımları, sol ideolojileri oldu. Komünistlerin ilk savaş ilanı olan Komünist Manifesto’nun üçüncü bölümü olan Sosyalist ve Komünist yazında: “Feodal Sosyalizm, küçük burjuva sosyalizmi, burjuva sosyalizmi, ütopik sosyalizm” gibi konu başlıkları mevcuttur.
Buradan şu sonuç ortaya çıkmaktadır: İşçi sınıfı ve ezilenlerin cephesinde her zaman burjuvazinin siyasal akımları boy vermiştir. Reformizm, parlamentarizm, sol milliyetçilik, sol liberalizm, ekonomizm, sosyal şovenizm, burjuva, küçük burjuva sosyalizmi her zaman olmuştur. Faaliyetlerinin merkezine işçi sınıfını, ezilenleri koymak burada kitleselleşmek tek başına proleter devrimci olmak anlamına gelmeketedir. Belirleyici olan: sahip olduğun program, strateji ve ilkelerdir.
Sol homojen bir toplam değildir. İşçi sınıfını düzen içinde tutan tüm akımlara karşı siyasal ve ideolojik mücadele yürütmek kapitalizme karşı mücadelenin olmazsa olmaz köşe taşlarındandır.
Bu gerçekliliği yadsımadan bizim sol içerisinde nerede yer aldığımızı, enternasyonal komünist devrimcilerin diğer siyasal akımlardan ayırt edici noktalarını belirtmek elzem bir durumdur.
Bizler kapitalizmi dünyadan kazıyıp, tüm ezme, ezilme ilişkilerine son vermek, sınıfsız, sömürüsüz, hudutsuz, patriyarkasız, devletsiz, patronsuz bir dünya için mücadele ediyoruz. Tüm faaliyet ve çalışmalarımız bu hedefe hizmet etmektedir.
Bu hedefe ulaşmanın yolu sosyalist dünya devriminden geçer.
Stratejisi sürekli devrimdir .
Aracı enternasyonal komünist partidir. Tüm faaliyetlerimizin merkezinde küresel işçi sınıfının genel kurmayı olacak enternasyonal komünist işçi partisini inşa etmek vardır. Bu amaç doğrultusunda somut adımlar atan ( Fransa, Avustralya, İspanya, Katolonya, Arjantin ve Türkiye’de seksiyonları olan Sürekli Devrim Kolektifi’nin Türkiye seksiyonunu oluşturmaktayız.)
EKİB olarak yaşadığımız coğrafyada enternasyonal komünist bir odak oluşturmak iddiasıyla yola çıktık. Mevcut sol akımlardan en temel ayırt edici yönümüz budur.
Seçimler Demokrasi Diktatörlük ve Devlet
Devletin sınıfsal karakteri yerine siyasal rejim esas alındığında işçi sınıfının tarihsel devrimci rolü perdelenmiş olur. Bu perdelemenin siyasal arenadaki sonuçları sınıf uzlaşmacılığında cisimleşmektedir. Bir ülkedeki siyasal rejim yalnızca mücadelenin yöntemlerini ve taktiklerini belirlemekte yardımcı olur. Devletin sınıfsal karakteri ise en otoriterinden en demokratına kadar yıkılacak olan hedefi belirler.
Devlet bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde baskı kurma aygıtı olmakla birlikte, sınıf diktatörlüğünün aracıdır. Sınıflar üstü bir devlet olamayacağı gibi sınıflar üstü bir demokrasi de olamaz.
En demokratik burjuva cumhuriyetleri bile, burjuvazinin emekçi sınıfları baskı ve kontrol altına almasını sağlayan, bir avuç kapitalistin emekçi yığınlar üzerinde kurduğu zor aygıtından baska bir şey değildir. Tarih boyunca hiçbir egemen sınıf, kendi iktidarını kendi rızasıyla devretmemiştir. Yine tarih boyunca emekçilerin ve ezilenlerin kazanmış olduğu tüm demokratik hak ve özgürlükler burjuva yasalara ve burjuva demokrasisine sığmayan mücadelenin sonucunda kazanılmıştır. Burjuva demokrasisi ona sahip çıkanlar tarafından değil onu yıkmaya çalışanların mücadelesi sonucunda gelişim sağlamıştır.
” Tarih bir diktatörlük döneminden, yani siyasal iktidarın fethine ve hiçbir cinayet karşısında gerilemeyen ve sömürücülerin her zaman gösterdikleri en zorlu, en öfkeli direnci zorla kırma döneminden geçilmeksizin, hiçbir ezilen sınıfın hiçbir zaman iktidara geçmediğini ve geçemeyeceğini öğretir”
Söz konusu seçim gündemi olunca, siyasal konjonktür ve bulunduğumuz coğrafya ne olursa olsun, dünyanın her yerinde konuyu ele alışımızın merkezinde burjuva demokrasisi aldatmacasını teşhir etmek, burjuva demokrasisinin bir sınıf diktatörlüğünü olduğunu yorulmadan usanmadan anlatmak, buna karşı işçi demokrasisi alternatifini öne çıkartmak vardır. Çünkü burjuva diktatörlüğünü perdeleyen en önemli unsurun başında burjuva demokrasisi vardır. Bu perde yırtılıp atılmadan burjuva devletin devrimci yöntemlerle yıkımının önü açılamaz. Burjuvazinin dayatmış olduğu “parlamenter demokrasi” aldatmacasıyla hesaplaşmadan, onun sınırları içine hapsolmak daha baştan Sosyalizm hedefinden vazgeçmek anlamına gelmektedir.
Burjuvazinin demokrasisi son derece biçimsel ve yüzeyseldir. Demokrasi salt bir yönetim biçimi değildir, aynı zamanda sınıf egemenliğidir. Demokrasi kavramı tam da burada burjuvazinin imdadına yetişmektedir. Kendisini seçime indirgeyen burjuva demokrasisi kendi sınıf egemenliğinin üstünü örterek mevcut yönetimin çoğunun oylarıyla iktidar olduğunu ve o yüzden ona saygı duyulmasının prpogandasını gerçekleştirir. Eğer mevcut iktidardan memnun değilseniz, onun politikalarından rahatsızsanız, bir sonraki seçimde onu cezalandırın! Burjuvazinin dayattığı demokrasi anlayışı budur.
Burjuva demokrasisinin temel aracı olan parlamenter temsiliyet sistemi kitlelerin kendilerini teslim etmelerini şart koşar. Burjuva parlamenter sistemi, kitlelerin aktif siyasetle ilgilenmemelerini ve bu temelde oluşan boşluğu burjuvazinin temsilcilerinin doldurmasını ifade eder. Bu nedenle kapitalizmde olağan dönemlerde kitleler siyasal yaşamda öncelikle birer özne olarak değil, kullanılacak, istismar edilecek, güdülecek birer nesne olarak var olur.
Burjuvazi ne kitlelere ne de kendi sınıf üyelerine güvenir. Bu yüzden çok başlılık, rekabet ve dışlayıcılık burjuva temsiliyetin özünü oluşturur.
Kapitalizm olağan dönemlerinde kitleleri pasifize eder. Kapitalizmin bekası için kitlelerin pasifize olması olmazsa olmaz bir koşuldur. Sendikal bürokrasinin varlığı ve kendini yeniden ürettiği zemin de burasıdır.
Kitleler kendi sorunları için inisiyatif alıp, örgütlenip harekete geçtiklerinde, gerek reformist siyasal önderlikler gerekse de sendikal bürokrasi çözüm adresi olarak burjuva meclisi, belediyeleri veya burjuva hukuku gösterir. Emekçi kitlelerin payına sorunlarını gür bir sesle dile getirip, yetkililerin onları duymalarını sağlayıp, sorunların çözümü için yetkili mercileri adım atmaya teşvik etmek düşer. Yani emekçi kitleler kendi sorunlarını kendileri çözemez, o yüzden tüm mücadelesinde kendi sorunlarını çözmekle görevli makamların adım atması için basınç uygulamak vardır. İşçi hareketi içinde yer alan reformist parlamentarist akımların sınıf mücadelesinden anladıkları tam da budur.
Devrimcilik yönetilmeyi reddetmekle başlar. Emekçi kitleler siyasal irade teslimiyetini şart koşan parlamenter demokrasinin sınırları dışına çıkmaya başladıkları anda devrimci durumlar ,devrimci kabarışlar yeşerir.
Troçki Rus Devrim Tarihi eserinde bu durumu şöyle ifade etmektedir: Devrimin en tartışma götürmez özelliği kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahalesidir…
Keskin dönemeçlerde, eski düzen artık onlar için katlanılamaz hale geldiğinde, kitleler kendilerini siyaset arenasından ayıran duvarları birer birer yıkar, geleneksel temsilcilerini yerlerinden ederler ve bu müdahaleleriyle yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratırlar… Devrimler tarihi bize göre, her şeyden önce, kendi kaderlerinin karara bağlandığı sahaya kitlelerin aniden dalmalarının öyküsüdür.”
Her sınıfın demokrasi mücadelesi yöntemleri ve araçları farklıdır ve kendisine hastır.
İşçi sınıfının demokrasi mücadelesi parlamentarizmin dışına çıktığında başlar. Demokrasi mücadelesini seçim sandığıyla değil; grevlerle, direnişlerle, işgallerle, ayaklanmalarla verir. Demokrasi mücadelesinin araçları seçimde destekleyeceği, onu en iyi temsil iddiasında olan partinin tercihini doğru yaparak değil, kendi öz teşkilatlarını inşa ederek verir. Bunun araçları, komite, konsey, şura, Sovyet gibi doğrudan demokrasi araçları olmakla birlikte, burjuvaziye karşı kendi genel kurmayı olacak olan enternasyonal devrimci partiyle verir. Devrimcilik yönetilmeyi reddetmekle başlar, emekçi kitlelerin kendi geleceklerini belirlemenin asli öznesi olmasıyla başlar. Seçim dönemleri kitlelerin en fazla politikleştiği dönem olması sebebiyle, enternasyonal komünist devrimciler bu dönemi ajitasyon, propaganda, örgütlenme, eylemliliğe geçmek için kullanırlar. Parlamenter temsiliyet dışında başka seçeneklerin de olduğunu göstermek için yer alırlar.
Düzen Cephesinde Ne Var Ne Yok ?
2019 yerel seçimlerini Cumhur ittifakı Başkanlık sisteminin referandumu olarak tanımlamıştı. Muhalefetin belediyeleri kazanmasını ülkenin beka ve milli güvenlik sorunu olduğu Erdoğan ve Bahçeli tarafından seçim meydanlarında tekrarlandı. Erdoğan İstanbul’u kaybetmenin Türkiye’yi kaybetmek olduğunu seçim süreci boyunca sıkça tekrarladı. 2024 Yerel seçimleri ise 2019’un tam tersi yönde bir havada geçmektedir. Olabildiğince politik atmosferin düşük olduğu, Erdoğan’ın daha geriye çekildiği, seçimi kazanmanın hayat memat meselesi olarak görülmediği bir atmosferde geçmektedir.
Erdoğan cephesi her ne kadar 2023 seçimlerinden zaferle çıksa da dikiş tutamamakta ve yönetme krizini aşamamaktadır.
Ekonomik krize paralel olarak siyasal krizler için de açmazlar yaşamaktadır.
Bu olgu yeni değildir.Her şeyden önce 2015 yılından beri güç kaybetmekte, tek başına iktidar olabilmek için yeterli güce ulaşamama girdabı içinde boğulmaktadır. Siyasi iktidarını sürdürebilmek için MHP’ye bağımlı hâle gelmiştir. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte bu bağımlılık ilişkisine yeni siyasal odaklar eklenerek çoğalmıştır. Devlet organları ve kurumları geniş bir koalisyona dönüşmüştür. Erdoğan rejiminin oluşturduğu Başkanlık sistemi ilk günden bugüne işleyememe, çalışmama krizini aşamamaktadır. Bu durumun kaçınılmaz sonucu:devlet organları, kurumları işleyemez, uyumlu şekilde çalışamaz duruma gelmiştir. Devlet organları içerisinde klikler kavgaları sürekli boy vermekle birlikte ilerleyen süreçte daha şiddetli çatışmalara yol açmasının zeminini hazırlamaktadır. Erdoğan rejimi kendi hukuk kurallarına dahi uyamaz hale gelmiştir. Erdoğan rejimi için artık kendi yaptığı anayasanın dahi hiçbir bağlayıcılığı kalmamış durumdadır. Kısacası Türk sermaye devletinin tüm kurum ve organları tel tel dökülmekte, işleyemez çalışamaz vaziyettedir.
Burjuva muhalefeti 2023 cumhurbaşkanlığı yenilgisinden sonra dağılmış paramparça olmuş, kendi tabanına dahi umut ve heyacan veremez durumdadır. Bunun nedeni ne burjuva muhalefetinin liderlerinin beceriksizliği ne de yanlış seçim stratejileri ve adaylar belirlemesidir. Bunun yegane sebebi burjuva muhalefetinin tüm kesimlerinin Erdoğan rejiminin hasmı değil rakibi olmaları. Erdoğan’a alternatif olabilecek en ufak bir siyasal projelerinin olmamasında yatmaktadır. Burjuva muhalefetinin tüm kesimleri Erdoğan rejiminin birer kötü kopyalarıdır.
Emekçiler ve ezilenler lehine burjuva muhalefetinden olumlu kısmi bir çözüm bekleme, şu veya bu gerekçeyle, şu veya bu yerelde burjuva muhalefetini destekleme çağrıları emekçilerin ve ezilenlerin bileklerine pranga vurulmasından başka bir şey değildir.
Rejimin krizini düzen içi hiçbir alternatif çözüme kavuşturamaz. Bu kriz ancak devrimle çözülebilir. Tüm bu açmazlara rağmen, Erdoğan rejiminin hâlâ ayakta olmasının nedeni yenilmez yıkılmaz bir güce sahip olması değildir. Erdoğan rejimini ayakta tutan yegâne unsur, Türk sermaye devletinin tarihsel krizine paralel olarak, emekçilerin ve ezilenlerin cephesinde boy veren devrimci önderlik krizidir. Bu kriz sadece Erdoğan’ı değil can çekişen Türkiye Kapitalizmini de ayakta tutan yegâne unsurdur. Emekçilerin ve ezilenlerin en ufak talep ve özlemlerinin hayat bulma sorunu Erdoğan rejiminin yıkılma sorununa indirgenmiş durumdadır. Erdoğan rejiminden kurtulma sorunu da bir devrim sorunudur. Bu sorunun çözümünde kullanılacak yegane araç devrimci partidir. Bugün emekçilerin, ezilenlerin cephesi reformizmin, liberal tasfiyeciliğin, parlamentarizmin ablukası altındadır. Bu abluka devrimci siyasi mücadeleyle dağıtılabilir. Bugün komünist devrimcilerin en acil ve hayatı görevi ihtilalci ruhu kuşanıp enternasyonal devrimci partinin inşasına odaklanmaktır. Tüm faaliyetlerini, pratiklerini, stratejilerini bu hedefe yönelik sürdürmelidirler. Özelikle 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra tüm reformist, parlamentarist, liberal kaynaşmacı tasfiyeci projeler tuzla buz oldu. Lakin reformist projelerin tuzla buz olması tek başına devrimci fikirlerin gelişmesine yol açmaz. Devrimci parti, devrimci bir odak eksikliğinde umutsuzluk, yılgınlık, yenilgi psikolojisi toplumun üzerine karabasan gibi çöker. Toplumsal nihilizm zirveye ulaşır. Böyle bir nesnellik, dinci fanatizm, ırkçılık, şovenizm, ataerki, homofobi gibi her türden gerici ideolojilerin salgın gibi hızla yayılmasına, taban bulup harekete geçmesine yol açar. Bu durumu ancak devrimci bir işçi hareketi tepetaklak değiştirebilir. Bunun yegane ve vazgeçilmez aracı da enternasyonal devrimci partidir. Bu aracın yerine başka bir şey ikame edilemeyeceği gibi, inşası yolunda kestirmeci, sağlam temellere oturmayan, oldu bittiye gelen bir sürecin ürünü de olmayacaktır. Devrimci parti inşası aynı zamanda ayrışma ve birleşme sürecidir. Reformizm ve oportünizmden ayrışma bu sürecin olmazsa olmaz parçalarındandır. Sosyalist hareketi oluşturan yapıların içindeki devrimci kanatlarla liberal reformist kanatların ayrışması elzemdir. Bu süreç yalnızca devrimci grupların reformizmi, oportünizmi teorik olarak mahkum etmesiyle, reformist partilerin tabanına, militanlarına kendi programının haklılığını ikna etmek için propaganda faaliyetiyle gerçekleşecek bir süreç değildir. Bu süreç sınıf mücadelesinin içinde berraklığa kavuşacaktır. Sınıfın içinde Enternasyonal Komünist siyaseti ısrarlı şekilde sürdürebildiği, buralarda kök salınabildiği, somut bir güce dönüştüğü ölçüde bu yol açılmış olacaktır.
Dem Parti’de Ne Var Ne Yok ?
Dem Parti’nin 31 Mart seçimlerine başta İstanbul olmak üzere kendi adaylarıyla girmesini olumlu bulmaktayız. Fakat bu durum emekçiler ve ezilenler cephesi açısından eksikliklere doludur. Dem Parti bu kararını üçüncü yol olarak açıklamaktadır. Öncelikle şunun altını çizmek gerekir; Üçüncü Yol politikası sınıfsal değil üst yapısal politik bir ayraç. Sistemden kopuşu değil sistem içi iyileştirmeye dayanan sosyal liberal, demokratik bir program önerisidir. Bu anlamıyla anti-kapitalist bir ideolojik tutuma değil “daha insani bir kapitalizm” anlayışına dayanmakta. Dolayısıyla sosyalist bir perspektiften ve sınıf mücadelesi ekseninden Üçüncü Yol politikası sadece politik olarak yanlış değil, ideolojik olarak da burjuva kapitalist dünyaya ait bir söylem ve program. Burjuva parlamentarizmi aşmayan, emekçilerin ve ezilenlerin kitlesel seferberligini hedeflemeyen, kitleleri toplumsal mücadelenin öznesi olmaktan ziyade seçmen olarak kodlayan bir çizgidedir.
Bir diğer eksik tarafı ise, kayyumlara karşı somut bir eylem programı önermemesidir. Kayyum atanan belediyeleri tekrar geri kazanmaktan bahsetmektedir, fakat bunları yeni Kayyum tehlikesine karşı nasıl savunacağından bahsetmemektedir. Bunun temel nedeni kayyum sorununu anti-demokratik bir saldırı olarak kodlamasında yatmaktadır. Kayyum gerçeği sömürgecilik gerçeğinin bir yansımasıdır. Kürt sorunu Kürdistan’ın sömürgeleştirilme sorunudur. Sorun bu şekilde ele alınmadığı sürece, Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunu olarak ele alındığı sürece kayyumlara karşı mücadele için bir eylem programı ortaya çıkmaz. Çünkü Kayyumlara karşı mücadele anti-sömürgeci bir eylem programını zorunlu kılmaktadır. Seçim gündeminde Kürt ulusunun ayrılma hakkı dahil olmak üzere tüm ulusal talepleri ön plana çıkartılmadan, anti-sömürgeci bir siyasal çizgi benimsenmeden bağımsız bir siyasal tutumun yolu açılamaz. Seçimlere yalnızca bağımsız adaylarla katılmak, bağımsız bir siyasal hattın örülmesi anlamına gelmemektedir. Üçüncü bir yol yoktur. İki sınıf vardır, iki siyasal program vardır. Üçüncü Yol programı Kürt hareketinin mevcut düzene entegre olmasının siyasal reformlarının yapılmasını talep etmekten başka bir yola çıkmamaktadır. Bu durum da Türk sermaye devletinin genetik kodlarına ve varlık sebeplerine aykırı bir durumdur.
Sosyalist Solda Ne Var Ne Yok ?
2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı’nın arkasına hizalanan, Erdoğan’ı gönderme görevini Millet İttifakı’na havale eden Sosyalist sol, yerel seçimlerde kimi yerlerde CHP’yi desteklemekte kimi yerlerde de birbirleriyle kıran kırana rekabet içinde adaylar çıkartmaktadır. Dayanışmanın yerini rekabet, birliğin yerini dar grup çıkarları almış durumdadır.
Sosyalist solun adaylar çıkarttığı, seçim çalışması yaptıkları bölgelerdeki ana siyasal hattı şu şekilde özetleyebiliriz: Ufku parlamentarist çizgiyi aşmayan, kendi adaylarının emekçiler için, ezilenler için en doğru aday olduğunu açıklayan, kendi seçim zaferlerinin emekçilerin yönetimi olacağını vaaz eden, burjuva demokrasisi oyunu kuralları içinde emekçi yönetimin kurulacağı yanılsamasını yaratan, sosyal belediyecilik projelerini sıralayan bir yolda ilerlemektedir. Kendi sosyal belediyecilik projelerini sosyalist belediyecilik olarak lanse etmektedirler. Sınıf mücadelesini yükseltmek yerine emekçi kitlelere reformist parlamentarist hayaller satmaktadırlar. Sosyalist solun birleşik bir mücadele yerine birbirleriyle rekabet içinde yer almasının nedeni de burada yatmaktadır. Burjuva demokrasisi kuralarına uygun bir şekilde seçim gündemine dahil olmaktadırlar. Burjuva demokrasisi doğası gereği rekabetçi bir zeminde kendisini var eder. Birlik mücadele çağrıları sandığı aşmamaktadır. “Birleşelim mücadele edelim !”şiarı her şeyden önce “kime karşı, hangi hedef için hangi program dahilinde birlik ?” sorusunu beraberinde getirmektedir. Ufku parlamentarizmi aşamayanlar, emekçiler ve ezilenleri ayrı bir kutup olarak hükümetin karşısına çıkartacak perspektifi ortaya koyamazlar. Unutulmaması gereken gerçeklik şudur: Sınıf savaşı burjuva demokrasisinin araç ve yöntemleriyle değil, onun cepheden karşı duran, araç ve yöntemleriyle verilir. Türkiye Sosyalist hareketi bugün reformizmin , parlamentarizmin, sosyal demokrasinin, liberal kaynaşmacılığın ideolojik kuşatması altındadır.
Enternasyonal Komünist Devrimciler Ne Öneriyor?
Enternasyonal Komünist devrimciler, burjuvazinin seçim sirkiyle hesaplaşmayı önermektedir. Burjuvazinin seçim sirkine ve onun parlamenter demokrasi performansına karşı işçi demokrasisi alternatifini emekçiler ve ezilenler içinde bir seçenek olarak göstermeyi önermekteyiz.
İşçi demokrasisinin temel aracı olan, öz yönetim organlarının ( komite, konsey, şura) bugünden inşası için somut adımlar atmayı önermekteyiz.
Seçim gündeminden devrimci olanaklar yaratmak için faydalanmayı önermekteyiz.
Burjuvazinin tüm kanatlarından, kitlelere reformist, parlamentarist hayaller satan tüm akımlardan ayrı keskin çizgilerini çizen bir hattın örülmesi için bir adım öne çıkmayı önermekteyiz.
Emekçilerin, ezilenlerin toplumun tüm gayri memnunlarının karşısına bir programla çıkmayı önermekteyiz.
Erdoğan rejiminin Kürt halkına karşı yürüttüğü sömürgeci imha savaşının karşısında devrimci tutum almayı önermekteyiz.
Seçim gündemine emekçilerin ve ezilenlerin taleplerini, sözlerini, siyasal gerçeklerini eylemli bir şekilde söylemeyi önermekteyiz.
Kısacası emekçi kitlelere gücümüz oranında enternasyonal komünist siyaset taşımayı önermekteyiz.
Bu konudaki temel şiarımız şudur:
Sınıf Uzlaşmacılığı Değil Sınıf Savaşı !
Seçim Sirkinin Seçmeni Değil Sınıf Savaşının Militanı Ol!
Kurtuluş Kendi Kollarımızda!