Geçmişte yaşadığımız deneyimlerimizden de çıkardığımız notlar neticesinde biliyoruz ki bu ülkede devlet eliyle gerçekleştirilen provokatif bir saldırı varsa, bunun ardından mutlaka yeni bir milliyetçilik ajitasyonu eşliğinde yapılacak bir işgal saldırısı vardır. Buna bir çok kez kılıf uyduran devlet, bugün de kendi eliyle gerçekleştirdiği ve bir çok noktada elinde patladığı taksim saldırısının ardından özgürleştirilmiş Kürdistan topraklarına saldırmak için yeni bir kılıf buldu. Bunun ilk hamlesini 20 Kasım pazar gecesi Kobani’ye yapılan hava saldırısından gördük. Kürt halkının özgürlük mücadelesini sınır ötesi terör operasyonu olarak gören, kürt halkının özgürce yaşadığı toprakları ele geçirerek orada da kendi burjuva hukukunu işletebileceği, halkı kendi tahakkümüne alabileceği bir alan olarak görem devletin farklı bir şey yapmasını da beklemiyorduk. Taksim saldırısının ardından hem Kürdistan’a, hem Yunanistan’a hem de ABD’ye mesaj vermeye çalışan Soylu, kolay lokma olarak gördüğü ve kendisine popülerlik devşirdiği alana: Kürdistan topraklarına yönelerek çoklu saldırı hamlelerinin ilkini yapmış oldu. Bu noktada devletin alışagelmiş savaş politikalarını tartışmaktan çok, devrimcilerin Kürdistan’ın özgürleşme mücadelesini sahiplenme ya da sahiplenmeme tutumunu tartışmak bizleri olduğumuz noktadan daha ileri bir noktaya: Kürdistan’ın özgürleşme mücadelesinde özneleşmeye götürecektir. Bugün devletin icazet sınırlarını aşamayan, yine aynı şekilde devletin çizdiği “ meşruluk” sınırlarından çıkamayanlar kimler için makul veya meşrudur? Ezen ulus şovenizminin yarattığı milliyetçilik ve ırkçılıktan beslenen halk kesimlerine hitap etmek, ülkenin çoğunluğu bu alandan besleniyor diye bu düzlemde meşruluk sağlamak devrimcilik midir? Elbette hayır. Bizler bu süreçleri gerçekten birleşik mücadeleyle ve gerçekten devrimci yöntemlerle atlatmayı hedefliyorsak, meşruluğumuzu ezilen ulusların yanında, ezen aygıta karşı savaşarak son derece devrimci bir biçimde kanıtlayabiliriz. Elbette ki bu sözümüz Kürdistan halkıyla dayanışma içerisinde olan, devlete karşı duran yoldaşlarımız için geçerli değildir. Bizler mücadeleye atıldığımız andan itibaren Kürt halkıyla dayanışma içerisinde olan, Kürdistan’ın özgürleşmesi için mücadele eden komünistler olarak bu mücadelenin bir öznesi olduğumuz için bir meşruluk yarışına ihtiyacımız yoktur. Ancak son olarak söylenilebilecek şey şudur ki: Bugün Taksim patlaması üzerinden yapılan açıklamalardan da suçlamlardan da görüyoruz ki, devletin safında olanlar bir yana, direnen halkların direnişine yoldaşlık eden, bu mücadele alanına emek verenler çok başka bir yana. Bizler mücadele yıllarımız boyunca süregeldiği gibi bugün de direnen halkların safında olmaya devam ediyoruz. Bu komploların ardından başlanan işgal saldırılarının boşa düşeceğini, “Kobani düştü düşecek” diyenlerin bir kez daha kürt halkının onurlu direnişiyle karşılık bulacağını ve Kürdistan topraklarından yenilgiyle ayrılacağını biliyoruz. Korkmadan, çekinmeden, düşünmeden hakikati söylemeye devam edeceğiz: İşgalci TC Kürdistan’dan defol!