5-) Erdoğan rejimi tel tel dökülmekte, hergeçen gün işleyemez, dikiş tutmaz bir hâle evrilmektedir. Toplumsal rıza üretebilme yetisi buz gibi erimektedir. En hafif muhalefeti dahi kaldıramayacak durumda olmakla birlikte, iktidarını sürdürebilmek için baskı ve devlet terörü dışında alternatifi kalmamıştır. Bu tablo karşısında Erdoğan’a muhalif olan kesimler düzenli olarak sistemin normalleşmesi için Erdoğan’dan kurtulmak gerektiğini, Erdoğan sonrası parlementer demokratik bir sisteme geçilerek burjuva normalleşmenin olabileceği savunulmaktadır. Bu amaç doğrultusunda seçim itifakları tartışmaları yapılmakta, sosyalist solunda önemli bir gövdesi bu koroya katılmakla birlikte, şimdiden seçim itifakları arayışına girerek, Erdoğan sonrası burjuva normalleşmeye ulaşılabiliceğini savunmakta tüm stratejisini bu kutsal hedefe varma doğrultusunda yapmaktadır. Peşinen şunu belirtelim, burjuvazinin normalleşmesi mümkün değildir. Çünkü burjuvazinin normali budur. Küresel kapitalizm fabrika ayarlarına geri dönmektedir. Erdoğan rejiminin bu düzeyde çürüme içerisine girmesi onun kötü yönetim performansıyla ve bireysel iktidar hırsıyla asla açıklanamaz. Bu durum yalnızca küresel kapitalizmin sonuçlarından birisidir. 70’li yıllardan beri küresel düzeyde hayata geçirilen neo-liberal politikalar, işçi sınıfının kanıyla canıyla kazandığı tüm kazanımlara karşı savaş açmıştır. Bu savaşı verirkende tüm demokratik kazanımları hak ve hüriyetleri imha etmiştir. Özellikle Covid-19 kriziyle birlikte kapitalizm küresel düzeyde birleşik bir kriz içine girmiştir. Bu krizle işçi sınıfını yoksulluğa, sefalete mahkum ederek 19. Yüzyıl koşullarına benzer süreçler yaşatmaktadır. Küresel düzeyde yabancı düşmanlığı üzerinden ırkçılığı yükseltmeye çalışmakta, etnik ve dini azınlıkları hedef tahtasına oturtmakta, küresel düzeyde kadın düşmanlığı ve homofobiyi çığ gibi büyütmektedir. Küresel düzeyde Bonopartist ögeler taşıyan, otoriter iktidarlar mantar gibi her yerde türeyerek burjuva demokrasisini rafa kaldırmaktadır. Kapitalizm için burjuva demokrasisi tek ve mutlak yönetim biçmi değildir. Bonopartizmde, faşizmde, askeri diktatörlükte kapitalizmin ihtiyaç hâlinde kullandığı rejimlerdir. Burjuva demokrasisi olarak kategorize edilen tüm demokratik hak ve hüriyetlerde emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesi sonucunda var olmuştur. Sosyal reformların tamamı devrimci mücadelenin yan ürünü olarak kazanılmıştır. Emekçi kitleleri düzen sınırları içinde tutabilmek için burjuvazinin vermek zorunda kaldığı tavizlerin toplamıdır. Vermiş olduğu tüm bu tavizlerde emekçi sınıfların rolünü unuturmak ve tarihsel belleklerden silmek için; kendi lutfuymuş gibi tarih boyunca hep varmış gibi gösterme yolunu seçer. Bunu yaparkende demokrasi fetişizmini kullanır. Burjuva demokrasisinin bir standartı yoktur. Bir ülkedeki bir coğrafyadaki burjuva demokrasisinin darlığı ve genişliğini belirleyen ana unsur sınıf mücadelesinin şidetidir. Mevcut kapitalist sistem içerisinde emekçi sınıfların kazanımları her zaman tehtit altındadır. Burjuvazi bu kazanımları geri alabilmek için sürekli pusuda bekler. Özellikle ekonomik buhran dönemlerinde daha şiddetli şekilde gerçekleştirir. Toparlayacak olursak içinden geçtiğimiz küresel birleşik kapitalist kriz neo-liberalizmin iflasıdır. Geriye ne sosyal devlet ne demokrasi ne temel hürriyetler kalmıştır. Kapitalizm ve kapitalizm içi çözüm önerileri sunan siyasal projelerin insanlığa ve tüm canlı türlerine sunabileceği hiçbir gelecek kalmamıştır. Kapitalizm fabrika ayarlarına geri dönerek insanlığı ve tüm canlı türlerini barbarlık içinde yok oluşa sürüklemektedir. Erdoğan sonrası normaleşecek Türkiye kapitalizmide kalmamıştır. Erdoğan rejiminden kurtulma sorunu bir devrim sorunudur. Sorunu bu şekilde tariflemeden atılacak her adım Erdoğansız Erdoğan rejiminin farklı siyasi aktörlerle devamına meşruiyet katmak arayışından farklı bir olgu olmayacaktır.
6-) Erdoğan rejimi ne zaman ciddi bir kriz içerisine girse, yığınlarda infial uyandıracak gelişmeler olsa ne yapmalı sorusu toplumsal muhalefette sokak mı? seçim mi? ikleminde somutlanmaktadır. Burjuva muhalefeti her fırsatta ilk seçimde gidecekler, seçimi bekleyin, sokağa çıkmak eylem yapmak, harekete geçmek AKP’ye yarar, provakasyona gelmeyelim ezberini tekrarlayıp durmaktadır. Bunun temel nedeni harekete geçen yığınların radikalleşme, düzene sığmayan eylemliliklerin oluşma potansiyeli vardır. Bu durumda kitleler burjuva muhalefetinin kontrolünden çok rahatça çıkabilme potansiyelini kendi içinde barındırır.
Sokak diyenler ise en ufak bir protestoyu hemen Gezi’ye benzetmekte, yeni bir Gezi mi geliyor? Sorularınıda beraberinde tekrarlamaktadır. Sokağı mücadele adresi olarak görmek elbeteki sandığı göstermekten çok daha ileri bir tutumdur. Buradaki sıkıntılı tutum ise kendiliğindencilik zaafı tüm yakıcılığıyla boy vermektedir. Kendiliğinden hareket bekleme, bu hareketlilik karşısında herhangi bir geçiş talebi ve mücadele programı olmadan yığınsal seferberliklerin kuyruğuna takılarak, o harekete öznel devrimci müdahalerde bulunma anlayışından ziyade hareketi canlı tutma hedefine odaklanılmaktadır. Sürekli olarak Geziye vurgu yapılmasının nedeni de burada saklıdır. Gezi isyanı Türkiye’deki son yılların en büyük kitlesel seferberliğiydi. Fakat ne istediğini bilmeyen, politika üretemeyen, somut mücadele talebi dahi olmayan, daha çok kentlerin orta sınıf muhitlerinde kalan, emekçi muhitlere gidemeyen, işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak sürecin dışında kaldığı, Erdoğan iktidarının muhafazakar politikalarına karşı itirazdan öteye geçmeyen bir süreçti. Bugün nasıl seçimleri beklemek veya seçimlere umut yüklemek bir çare oluşturmuyorsa, somut bir mücadele programı olmayan, sınıfa dayanmayan, kendiliğindenciliği kutsayan sokak aktivizmide bir çare sunmamaktadır. İhtiyacımız olan ne istediğini bilen, somut talepleri ve mücadele programı olan, işyeri, mahalle, okul, komite ve konseylerine dayanan işgaller, grevler, direnişler ve ayaklanmalardır. Bu yaşamsal ihtiyaç gökten zembille inmeyecektir. Pratik ayaklarının inşası için örgütlenme seferberliğine bu örgütlenme içinde somut bir program ve geçiş taleplerine ihtiyacımız vardır.
7-)Ekonomik krizin hızla büyüdüğü, hayat pahalılığının emekçi yığınları açlık tehlikesiyle başbaşa bıraktığı bu süreçte, en kitlesel işçi örgütleri olan sendikalar ölüm sesizliği içindedir. Tek yaptıkları bürokatik koltuklarından günü kotaran pasifist açıklamalar dışında ortaya koydukları somut bir pratik söz konusu değildir. Zaman zaman işçi sınıfının biriken öfkesini kendi kontrollerinin dışında eyleme geçmesinden korktukları için göstermelik mitingler ve eylemler yapmaktadırlar. Ama asla emekçi kitlelerde yaşatılan yıkıma karşı grev başta olmak üzere sistematik bir eylem programı sunmamaktadırlar. Sendikalar artık devletle ve sermayeyle bütünleşmiş dev bürokatik aygıtlara dönüşmüştür. Sendikalar işçi sınıfının düzene sığmayan militan mücadeleye girmesinden en az hükümet ve patronlar kadar korkmaktadır. Çünkü böyle bir hareketlilik durumunda işçileri kontrol altında tutmakta zorlanacaklar, onları kendi kontrolünden kaybetmemek için daha fazla mücadeleci olmak zorunda kalacaklardır. Bu durumda devletin baskısının hedefi haline geleceklerdir. Bugün sendikalar hızla erimekte, prestij kaybetmekte, eski güvenlerini kaybetmektedirler. Türkiye’de sendikalı işçi oranı % 15’i geçmemektedir. 110 sendika %1 barajını aşamadığı için toplu sözleşme hakkından yoksundur. Türkiye işçi sınıfının ezici çoğunluğu sendikasız ve örgütsüz durumdadır. Ülkedeki en çok üyeye sahip olan sendikalar Erdoğan diktatörlüğüne bağlı birimler konumundadır. Görece solcu görünen, tabelasında “Devrimci” yazan DİSK’in durumu ise diğer sendika konfederasyonlarından farksızdır. Erdoğan rejiminin emekçilere yönelik tüm saldırıları karşısında, bir direniş cephesi örmekten, üretimden gelen gücünü kullanmaktan ziyade günü kotaran tepkisel eylemliliklerle süreci geçiştirmektedir. Tüm mücadelesi iş yeri düzeyine hapsetmekte, ekonomik mücadelede de diğer sendika konfederasyonlarından farklı bir performans sergileyememektedir. Bugün DİSK başta olmak üzere mevcut tüm sendikalar krize, hayat pahalılığına ve Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadele pratiği sergileyecek yetiye sahip değildir.Tam tersine radikalleşme potansiyeli taşıyan emekçilerin öfkesini sistem içerisinde tutmakla görevli burjuvazinin emniyet kemeri rolüne bürünmüş dev bürokatik aygıtlardır. Bu çürümüş bürokasiye karşı verilecek mücadele sermayeye ve Erdoğan diktatörlüğüne karşı verilecek mücadeleden asla bağımsız değildir. Bugün mevcut sendikal yapılar işçi sınıfının mücadele ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktadırlar. Bugün ihtiyacımız olan yaşamın her alanında kapitalist yıkıma karşı işçi sınıfının kendi öz örgütlerini inşa ederek sınıf savaşı hattını örmekten geçmektedir. Bu araçlar aynı zamanda yarını bugünden kurmanın sıçrama tahtaları olacaktır. İşçi sınıfı önderliğinde tüm ezilenleri iktidara hazırlayacak araçlar ve gelecekteki işçi devletinin embiryoları olmalıdır. Bu örgütler, komiteler, konseyler, forumlar, şuralar şeklinde örgütlenmiş, bürokatik hiyeraşiye pirim vermeyen doğrudan demokratik işleyişi benimsemiş örgütler olmalıdır. Tamamen taban örgütlenmesini baz alan bu özörgütlenmeler aynı zamanda sendikal bürokasiye karşıda tabanda oluşacak muhalefetin lokomotifi olacaktırlar. Hayatın her alanında kapitalist saldırıya karşı topyekun sınıf savaşının araçlarını inşa etme seferberliğine girmeden birleşik emek cephesi oluşturulamaz.
8 Ekonomik krizin önlenemez büyüyüşü, TL’nin döviz karşısında rekorlar kıran eriyişi, enflasyon karşısında emekçilerin 1 ay gibi kısa bir zamanda %30’a varan fakirleşmesiyle birkez daha şu somut gerçeklik kendisini ispatlamıştır: Erdoğan rejimi çözülmekte, dökülmekte ve ıskartaya çıkmaktadır. Sadece çözülen Erdoğan rejimi değil Türkiye kapitalizmi, Türk-sermaye devletinin kendisidir. Burjuvazinin tüm fraksiyonları sosyal patlamalardan ve emekçilerin isyanından korkmaktadır. Düzenin tüm siyasal özneleri Türk-sermaye devletini içinde bulunduğu krizden kurtarmak için yoğun bir seferberlik içindedir. Erdoğan rejimi toplumsal rıza üretme yetisini kaybettikçe; tüm muhalifleri hedef göstererek, milliyetçi muhafazakar propogandayla kendi tabanını konsolide etmeye çalışmaktadır. Düzen muhalefeti ise parlementer sisteme geçiş için erken seçim çağrıları yapmakta, Erdoğan rejimi onlara saldırdıkça tüm toplumsal muhalefetide kendilerine yedeklemeye çalışmaktadır. Amaçları olası bir toplumsal kabarışı bugünden kontrol altına almak, Erdoğan rejimine öfkesi olan yığınların harekete geçmesini engelemek için seçimler yoluyla herşeyin düzeleceğinin propogandasını yaparak sahte umutlar yaymak. Burjuva muhalefetin amacı tıkanan, dökülen Türkiye kapitalizminin krizine çözüm olmak, yeni bir soluk aldırarak düzenin siyasal krizine çözüm olmaktır. Tek adam diktatörlüğü, saray rejimi gibi popülist kavramları sürekli kullanarak devletin sınıfsal yapısını, devletin burjuva diktatörlüğü olduğu gerçeğini gizlemektedir. Parlementer sisteme geçiş projesiyle de parlementoyuda, hukukuda, demokrasiyide sınıflar üstü bir olgu gibi lanse etmektedirler. Burjuva muhalefetin tüm siyasal faaliyetleri eşyanın tabiatına uygundur. Kendi sınıfının devletini, düzenini krizden kurtarmaya yönelik hamlelerdir. Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir gövdesi burjuva muhalefetinin yamaklığına soyunmaktadır. Burjuva muhalefetinin siyasal taleplerinin angajmanında kendisini var etmektedir. Dönemsel kutsal amacı burjuvazinin krizinin çözümüne ortak olmak, burjuva muhalefetinin zaferine yardımcı olmak üzerinden kendisini var etmektedir. Sosyalistlerin görevi ne devleti kurtarmak ne burjuva devletin krizinin çözümüne ortak olmak nede muhalefeteki burjuva fraksiyonun iktidara gelmesine yardımcı olmaktır. Sosyalistlerin görevi burjuvazinin krizini derinleştirmek, burjuva devleti ve sömürü çarklarını imha etmek, işçi sınıfının konseyler, şuralar aracılığıyla iktidarını sağlamaktır. Tüm stratejisi, güncel politikası ve pratiği bu amaca yönelik olmak zorundadır. Döviz kriziyle birlikte emekçi sınıfların açlık tehlikesiyle boğuştuğu bu dönemde sosyalist solun önemli bir gövdesi millet itifakının erken seçim çağrılarına iştirak ederek, olası seçimler için itifak tartışmalarını ve görüşmelerinin startını vermiştir. Bir yandan HDP ve onun bileşeni olan sosyalist gruplar, bir yandan TİP üçüncü seçim itifakını gündeme alarak çalışmalarına başlamıştır. Diğer taraftan Emep, SİP-TKP, Sol Parti vb HDP’siz bir sol seçim itifakı için çalışmalara başlamıştır. Her iki kümelenmeninde ortak özelliği ufku parlementerist, düzen sınırlarını aşmayan perspektife sahip olmalarıdır. İki kanadında hedefi burjuvazinin krizinin çözümüne ortak olmak, muhalefeteki burjuva fraksiyonunu iktidara taşımak için pozisyon almaktır. Açlık tehlikesiyle boğuşan emekçi yığınlara seçimleri bir çözüm olarak vaad etmektedirler. Burjuvazinin tüm fraksiyonları gibi sendikalarda, TİP, SİP-TKP, Sol Parti vb de toplumsal patlamadan, düzen sınırlarına sığmayan kitlesel mücadeleden korkmaktadır. Bu gündeme seçim itifakı tartışmalarıyla müdahil olmalarının biricik nedeni harekete geçmeye başlayan sol, sosyalist fikirlere yönelen işçi ve gençlik kitlelerini kendileri üzerinden CHP önderliğindeki millet itifakının yedeğine sokmayı hedeflemektedirler. Bu oportonizmle her platformda hesaplaşmak, maskelerini düşürmek devrimci komünistlerin asli görevlerindendir.
9-) Dövizin otomatiğe bağlayan yükselişine paraler olarak, gıda ve temel ihtiyaçlarda da otomatiğe alınmış zamlar gelmektedir. Enflasyon ve hayat pahalılığı emekçi sınıfların en can alıcı problemi hâline gelmiştir. İş yerlerinde, fabrikalarda, mahalelerde, kırathanelerde, Watsap gruplarında, sosyal medyada, kısaca hayatın her alanında ana gündem zamlar, hayat pahalılığı, geçmiş sıkıntısıdır. Hayat pahalılığındaki istikrarlı artış emekçi kitlelerde yığınsal açlık tehlikesiyle başbaşa kalma durumuna neden olmaktadır. Hayat pahalılığına karşı uzlaşmaz mücadele yürütmek devrimci komünistlerin dönemsel görevlerindendir. Bu mücadeleyi sol popülist argümanlarla değil somut mücadele programı ve taleplerle yürütmek zorundayız. Hayat pahalılığına karşı mücadele taleplerimizi şu şekilde somutlayabiliriz.
*) Ücretlerde Oynak Merdiven Sistemi
Enflasyon artışı, döviz ve kurdaki sürekli dalgalanmalar, sürekli olarak zamları beraberinde getirmektedirler. Bu durumda işçi sınıfının ücretlerinde ciddi kayıplar yaratmaktadır. Asgari ücretin yıllık olarak belirlenmesi, toplu sözleşmeleri yılda bir veya iki yılda bir yapılışı göz önüne alınırsa işçinin aldığı zamda, elindeki maaşta sürekli erime tehtidi içindedir. Enflasyona ve hayat pahalılığına karşı ücretlerin korunması, kayıpların tamamen engellenmesi için tek çare vardır; oda ücretlerde oynak merdiven sistemini getirmek. Bu sistemin temelinde her ay tüketim ürünlerine gelen zam miktarıyla eşit miktarda ücretlere zam gelmesi vardır. Bu sistemdeki fiyat artışları işçi ailelerinin temel ihtiyaçları baz alınmalıdır. Gıda, kira, elektrik, doğalgaz, su, ulaşım ücretleri gibi…
Toplu sözleşmeler, tüketim mallarındaki fiyat artışı oranında ücretlerin otomatik olarak artırılması sağlanmalıdır. Hayat pahalılığı ve enflasyona karşı mücadelede işçi sınıfının ana talebi: Ücretlerde Oynak Merdiven Sisteminin getirilmesi olmalıdır.
*) Tüm Emekçilerin Kredi Kartı Borçları Silinsin!
Kredi kartı ve ihtiyaç kredileri özellikle 2000’li yıllarla birlikte bankacılık sisteminin temel taşları hâline geldi. Kredi kartı kullanımı mantar gibi türetildi. Kredi kartı adeta kimlik kartı gibi herkesde bulunan bir duruma geldi. Kredi kartları mağdurlarıda çığ gibi büyümekte, milyonlarca insan yasal takibe alınmış, haciz durumuyla karşıkarşıyadır. Kredi kartı borcu yüzünden intihar, boşanma vb durumlar gündelik hayatın sıradanlaşmış olguları hâline geldi. Kredi kartlarının bu düzeyde yaygınlaşıp, yıkımlar yaratmasını şu şekilde açıklayabiliriz:
Yükselen enflasyon oranları karşısında, işçi sınıfının aldığı reel ücretin erimesiyle birlikte, alım gücü düşmektedir. İşçi sınıfının aldığı ücretin, en temel ihtiyaçlarını karşılamaya dahi yetmemesi, modern yasal tefeciler olan bankalara yeni bir sömürü alanı açtı. Kredi kartları ile işçi sınıfı en temel ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanmaktadır. Yani işçi sınıfının aile bütçesi, borçlar üzerinden dönen bir bütçeye dönüşmüştür. 2 ay üst üste kredi kartı borcunu ödeyemeyen bir işçi, bankaların acımasız tefeci faizlerine maruz kalmaktadır. Bir karttan para çekip, diğer karta para yatırmak üzerine dönen bir havuz problemi işçi sınıfının hayatından eksik olmamaktadır. Bunların dışında ihtiyaç kredileri de yaygınlaşmaktadır. Barınma ihtiyacını kökten çözmek isteyen bir işçi, kendi maaşı ile konut alabilecek bir paraya sahip olamıyor. Bunun yerine konut kredisine başvurmak zorunda kalmaktadır. Krediyi ödeyebilmek için hayatının en az 10 yılını ipotek altına alıp, ölesiye çalışmak seçeneği sistem tarafından dikte edilmektedir. Bu durum işçinin iş hayatına, iş yerindeki tüm haksızlıklara boyun eğmek, kendi hakkını aramaktan geri durmak olarak yansımaktadır. Eğer işten atılırsa, 2 ay kredi borcunu ödeyemezse, bankaların acımasız tefeci faizi altında bir yıkım onu beklemektedir. Ekonomik kriz ortamında kredi kartı sömürüsü, emekçi kitlelerde öldürücü yıkımlar yaratmaktadır. Ekonomik kriz ortamında; patronların borçşarını, vergilerini silen, karşılıksız, faizsiz krediler veren Erdoğan rejimi işçi sınıfının hayatında ekonomik ölüm gerçekleştiren kredi kartı borçlarının silinmesi talebini savunmak hayat pahalılığına karşı mücadelenin vazgeçilmez taleplerindendir.
*) Bankalar İşçi Denetiminde Kamulaştırılsın! Borsa ve Spekülasyon Sistemi Lavedilsin!
Bankalar Finans kapitalin egemenliğinin cisimleşmiş hâlidir. Tekeller, tröstlerle içiçe girmiş olmakla birlikte ekonominin komutasınıda belirleyen kapitalist kuruluşlardır. Troçki’nin tabiriyle:” Bankaların yapısı, modern sermayenin tüm yapısını yoğun bir ifadesidir: tekelkeşme eğilimiyle anarşi eğilimini birleştirirler. Bir yandan teknoloji mucizelerini, dev kuruluşları ve güçlü tröstleri, öte yandan hayat pahalılığını, krizleri, işsizlikleri örgütler. Egemen konumuyla bankaların, yağmacı kapitalistlerin ellerine bırakılması hâlinde yıkıcı çalışmalarında birbirini tamamlayan tekelci despotizme ve kaoitalist anarşiye karşı mücadelede tek bir ciddi adımın atılması olanıksızlaşır.” Kapitalizmin modern tefecileri olan bankalar emekçi kitleleri en temel yaşam ihtiyaçları için borçlandırıp, hayatlarını ipotek altına almaktadır. Faizler, spekilasyonlar, borsa dalgaları, kur artışlarıyla, krizler ve hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluğu örgütler. Kapitalist barbarlığın, emekçilerin hayatlarındaki ekonomik yıkımların uygulayıcıları bankacılık sisteminin kendisidir. Kapitalizme karşı mücadede finas- kapitalin cisimleşmiş egemenliği olan bankalara karşı mücadele pas geçilemeyecek niteliktedir. Kriz dönemlerinde, bankacılık ve borsa sisteminin soygun düzeni daha berrak bir şekilde su yüzüne çıkar. Bankacılık sisteminin ençok sorgulanıp, en fazla öfke biriktirilen dönem ekonomik kriz dönemlerine tekabül etmektedir. Bu konuyla ilgili dönemsel taleplerimizi şöyle sıralayabiliriz:
– Tüm özel bankalar işçi denetiminde kamulaştırılıp, tek bir merkez bankasında toplansın!
– Borsa ve spekikasyon sistemi lavedilsin!
10-) Erdoğan rejimi gerek diktatörlüğünü inşa etme sürecinde gereksede içeride yaşadığı tıkanmaların, meşruiyet krizlerinden, toplumsal rıza üretme sorununu aşabilmek için her zaman savaş kartlarını masaya sürdü. Savaş kartı üzerinden, milliyetçi, militarist, faşist atmosfer yaratarak hem burjuva muhalefetini kendisine yedekledi hemde sınıfsal yıkımların üstünün örtülmesini sağlayarak emekçi yığınlar arasında milliyetçi zehrin yeşermesine ortam hazırlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda ilk hedef her zaman kürtler ve mülteciler olmuştur. Bu kriz döneminde de kendisine karşı biriken öfkelerin hedefini saptırmak için savaş kartını tekrar masaya sürmesine ekmek kadar su kadar ihtiyacı vardır. İhtiyacı vardır, çünkü mevcut krize dair en ufak bir çözüm programına sahip değildir. İhtiyacı vardır; çünkü toplumsal tabanı hızla erimekte olası bir seçime girecek gücü kalmamıştır. İhtiyacı vardır; çünkü en ufak bir muhalefeti dahi kaldıracak güce sahip değildir. Sadece otoriter devlet yöntemleriyle iktidarını sürdüremeyeceğini kendiside çok iyi bilmektedir. İhtiyacı vardır; çünkü söz konusu kürtler ve mülteciler olunca burjuva muhalefetide onun arkasına dizilmektedir. Burjuva muhalefeti tüm sınır ötesi operasyonlarda Erdoğan’ı desteklemiştir. Kürt halkına karşı yürütülen sömürgeci kirli savasta ve mülteci düşmanlığında Erdoğan ve Bahçeli’yle yarış hâlindedir. Millet ittifakının kuyruğuna takılan onların tabanının politik hasasiyetlerine göre siyaset üreten sol gruplarda da benzer eğilimler söz konusudur. HDP ve kürtlerle yanyana gelmemek için türlü taklalar atılmakta yada yalnızca Erdoğan’ı geriletmek, iktidardan düşürmek için gerekli oy deposu, zorunlu geçici bir mütefik olarak görülmekte. Kürt sorunuda salt demokrasi ve insan hakları sorunu olarak mütala edilmektedir. Aynı şekilde mültecileri sınıfın en güvencesiz kesmi olarak görmek yerine, laik seküler yaşam için tehtid, Erdoğan’ın doğal tabanı olarak görülmektedir. Erdoğan’ın savaş kartına ekmek kadar su kadar ihtiyacı vardır; çünkü savaş gündemi altında OHAL ilan edebilir, seçimleri belirsiz bir zamana erteleyebilir. Savaş politikalarına ve ırkçılığa karşı uzlaşmaz mücadele yürütmek devrimci Komünistler için varlık yokluk sebebi hâline gelmiştir. Erdoğan diktatörlüğüne karşı oluşan öfkenin örgütlü bir hareket hâline geçebilmesini sekteye uğratacak asli unsurlardan birisi ırkçı faşist bir iklimin egemen olmasıdır.
Çöken Ekonomi ve Devrimci Komünist Görevler Üzerine Tezler (2.Bölüm)
50 Mg'lık Viagra
sağlık bakanlığı onaylı viagra satış sitesi
cialis 20 mg eczane satış fiyatı
Eczanede Satılan Cinsel Gücü Artıran İlaçlar
En İyi Cinsel Performans Arttırıcı İlaç
eczanede satılan cinsel güç arttıran ilaçlar
viagra fiyatı
cialis eczane fiyatı
Viagra Eczane Satış Fiyat
En İyi Cinsel Performans Arttırıcı İlaç Hangisi
cinsel gücü artıran ilaçlar
4 lü viagra kaç para