Aşağıda çevirisini yaptığımız “Özgür ve Devrimci Bir Sanat İçin – Manifesto”; 1938 yazında, Meksika’nın Coyoacán bölgesinde yazılmıştır. André Breton ve büyük Meksikalı sanatçı Diego Rivera (en az kendisi kadar büyük bir sanatçı olan Frida Kahlo’nun, eşi) tarafından imzalanmış olsa da, Manifesto’nun Troçki’yle birlikte yazıldığı ve son taslağının Troçki tarafından onaylandığı bilinmektedir.

Özgür ve Devrimci Bir Sanat İçin – Manifesto

Abartmadan söyleyebiliriz ki, uygarlık hiçbir zaman bugünkü kadar ciddi bir tehdit altında kalmamıştır. Vandallar, barbarca ve nispeten etkisiz araçlarla, Avrupa’nın bir köşesindeki antik kültürü ortadan kaldırdılar. Ancak bugün, tarihi kaderinde birleşmiş olan dünya uygarlığının, modern teknolojinin tüm cephanesiyle silahlanmış gerici güçlerin darbeleri altında sarsıldığını görüyoruz. Sadece yaklaşmakta olan dünya savaşını düşünmüyoruz. ‘Barış’ zamanlarında bile sanat ve bilimin konumu kesinlikle tahammül edilemez hale gelmiştir.

Bir bireyin öznel yeteneklerini devreye sokarak, kültürün nesnel olarak zenginleşmesini sağlayan bir eser yaratması, herhangi bir felsefi, sosyolojik, bilimsel ya da sanatsal keşfin, değerli bir tesadüfün ürünü gibi görünmesine yol açar; yani, bu yaratı az ya da çok kendiliğinden bir şekilde, zorunluluğun bir tezahürü olarak ortaya çıkar. Bu durum, ister genel bilgi (mevcut dünyayı yorumlayan), ister devrimci bilgi (dünyayı değiştirmek amacıyla onun hareket yasalarının tam analizini gerektiren) bağlamında olsun, göz ardı edilemez. Özellikle, yaratıcı faaliyetin gerçekleştiği entelektüel koşullara kayıtsız kalamayız; aynı şekilde, entelektüel yaratıcılığı yönlendiren belirli yasalara da gereken saygıyı göstermemiz gerekir.

Çağdaş dünyada, entelektüel yaratımın mümkün olduğu koşulların giderek daha fazla tahrip edildiğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu tahribat, sadece sanat eserinin değil, özellikle ‘sanatçı’ kişiliğinin de giderek daha belirgin bir şekilde yozlaşmasına yol açmaktadır. Hitler rejimi, eserlerinde en ufak bir özgürlük belirtisi gösteren tüm sanatçıları Almanya’dan temizledikten sonra, kalem ya da fırça kullanmayı hala kabul edenleri, en kötü estetik kurallara göre rejimi yüceltmekle görevli birer hizmetkâr konumuna indirgemiştir. Haberlere inanacak olursak, Termidorcu gericiliğin doruk noktasına ulaştığı Sovyetler Birliği’nde de durum farklı değildir.

Şu anda moda olan “Ne faşizm ne de komünizm!” sloganıyla kendimizi özdeşleştirmediğimizi belirtmeye gerek yok – bu slogan, “demokratik” geçmişin yıpranmış kalıntılarına tutunan cahil, muhafazakâr ve korkmuş bir zihniyete hitap eden bir söylemdir. Hazır modellerin üzerinde sadece küçük değişiklikler yapmak yerine, insanın ve insanlığın çağının içsel ihtiyaçlarını ifade etmekte ısrar eden gerçek sanatın, devrimci olmaması ve toplumun tam ve köklü bir yeniden inşasını arzulamaması mümkün değildir. Entelektüel yaratımın kendisini kısıtlayan zincirlerden kurtulabilmesi ve tüm insanlığın, geçmişte yalnızca izole dehaların ulaşabildiği yüksekliklere çıkabilmesi için bu gereklidir. Yalnızca toplumsal devrimin yeni bir kültürün önünü açabileceğinin farkındayız. Ancak Sovyetler Birliği’ni kontrol eden bürokrasi ile her türlü dayanışmayı reddetmemizin nedeni, bu bürokrasinin gözümüzde komünizmi değil, onun en hain ve tehlikeli düşmanını temsil etmesidir.

SSCB’nin totaliter rejimi, kontrol ettiği sözde kültürel örgütler aracılığıyla, tüm dünyaya manevi değerlere düşman derin bir alacakaranlığa bulamıştır. Entelektüel ve sanatçı kılığına giren bu kişiler, hizmetkârlığı bir kariyere, para karşılığı yalan söylemeyi bir geleneğe ve suçu hafifletmeyi bir zevk kaynağına dönüştürmüşlerdir; kendilerini batırdıkları bu pislik ve kan alacakaranlığına gömülmüşlerdir. Stalinizmin resmi sanatı, tarihte eşi görülmemiş bir pervasızlıkla, bu adamların paralı mesleklerine güzel bir görünüm kazandırma çabalarını yansıtmaktadır.

Komünist devrim sanattan korkmaz. Sanatçının çökmekte olan kapitalist toplumdaki rolünün, birey ile ona düşman olan toplumsal yapılar arasındaki çatışma tarafından belirlendiğinin bilincindedir. Bu gerçeklik, sanatçıyı devrimin doğal müttefiki yapmaya yeterlidir. Psikanalizin incelediği yüceltme süreci burada devreye girer ve bozulmuş olan dengeyi, bütünsel ‘ego’ ile reddettiği dış unsurlar arasında yeniden kurmaya çalışır. Bu restorasyon, dayanılmaz mevcut gerçekliğe karşı iç dünyanın, ‘id’in tüm insanlarda ortak ve sürekli gelişen güçlerini bir araya getiren ‘benlik ideali’ yararına gerçekleşir. Bireysel ruhun hissettiği özgürleşme ihtiyacı, yalnızca doğal seyrini izleyerek, bu ilkel gereklilikle – insanın özgürleşme ihtiyacıyla – birleşmeye yönelir.

Genç Marx’ın yazarın işlevi üzerine geliştirdiği anlayış hatırlanmaya değerdir. “Yazar,” diyordu, “yaşamak ve yazmak için doğal olarak para kazanmalıdır; ancak hiçbir koşulda para kazanmak için yaşamamalı ve yazmamalıdır. Yazar, eserini bir araç olarak görmez. Bu eser, kendi başına bir amaçtır ve yazarın ve başkalarının gözünde o kadar küçük bir araçtır ki, gerekirse varlığını eserinin varlığına feda eder. Basın özgürlüğünün ilk koşulu, bunun bir ticari faaliyet olmamasıdır.”

Bu ifadeyi, entelektüel faaliyeti kendisine yabancı amaçlar doğrultusunda düzenleyen ve sözde devlet gerekçeleri kisvesi altında sanatın temalarını belirleyenlere karşı kullanmak her zamankinden daha uygundur. Sanatçının bu temaların özgürce seçilmesi ve kullanırken herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmaması, devredilemez haklarıdır. Sanatsal yaratım alanında hayal gücü, her türlü kısıtlamadan kaçınmalı ve hiçbir bahaneyle kendisini bağ altına sokmasına izin vermemelidir. Bizi, ister bugün ister yarın için olsun, sanatın doğasıyla kökten uyumsuz olduğunu düşündüğümüz bir disipline boyun eğmeye zorlayanlara kesin bir red cevabı veriyoruz ve sanat için tam özgürlük formülünün arkasında durma niyetimizi yineliyoruz.

Elbette devrimci devletin, burjuvazinin karşı saldırısına karşı kendini savunma hakkını kabul ediyoruz; bu savunma, bilim ya da sanat bayrağına büründüğünde bile geçerlidir. Ancak devrimci öz savunmanın bu zorunlu ve geçici önlemleri ile entelektüel yaratım üzerine emirler koyma iddiası arasında büyük bir uçurum vardır. Eğer devrimin, maddi üretim güçlerinin daha iyi gelişmesi için merkezi kontrollü sosyalist bir rejim inşa etmesi gerekiyorsa, entelektüel yaratımı geliştirmek için de en başından itibaren anarşist bir bireysel özgürlük rejimi kurulmalıdır. Otorite yok, dikte yok; yukarıdan gelen emirlerin en ufak bir izi bile olmamalıdır! Sadece dostane bir işbirliği temelinde, dışarıdan herhangi bir kısıtlama olmaksızın, akademisyenlerin ve sanatçıların tarihte daha önce hiç olmadığı kadar geniş kapsamlı görevlerini yerine getirmeleri mümkün olacaktır.

Düşünce özgürlüğünü savunurken siyasi kayıtsızlığı meşrulaştırmak gibi bir niyetimiz olmadığı ve genellikle gericiliğin son derece kirli amaçlarına hizmet eden sözde saf bir sanatı yeniden canlandırmak gibi bir arzumuz olmadığı artık anlaşılmış olmalıdır. Hayır, sanatın rolüne ilişkin kavrayışımız, toplumun kaderi üzerindeki etkisini reddedemeyeceğimiz kadar yüksektir. Çağımızda sanatın en yüce görevinin devrimin hazırlanmasında aktif ve bilinçli bir şekilde yer almak olduğuna inanıyoruz. Ancak sanatçı, toplumsal içeriği öznel olarak özümsemedikçe, onun anlamını ve dramını kendi sinirlerinde hissetmedikçe ve kendi iç dünyasını özgürce sanatında cisimleştirmeye çalışmadıkça özgürlük mücadelesine hizmet edemez.

Demokratik olduğu kadar faşist de olan kapitalizmin can çekiştiği bu dönemde, sanatçı, yaşama ve çalışmaya devam etme hakkını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır. Tüm iletişim yollarının kapitalist çöküşün enkazıyla tıkandığını görmektedir. Yalnızlığından kurtulma imkanı sunan Stalinist örgütlere yönelmesi son derece doğaldır. Ancak, tamamen demoralize olmaktan kaçınmak istiyorsa, kendi mesajını iletmesinin imkansızlığı ve bu örgütlerin belirli maddi avantajlar karşılığında kendisinden talep ettiği aşağılayıcı hizmetkarlık nedeniyle orada kalamaz. Yerinin başka bir yer olduğunu anlamalıdır; devrimin ve insanlığın davasına ihanet edenler arasında değil, sarsılmaz bir sadakatle devrime tanıklık edenler arasında; bu nedenle devrimi ve onunla birlikte insan dehasının tüm biçimlerinin nihai özgür ifadesini gerçekleştirebilecek olanlar arasında yer almalıdır.

Bu çağrının amacı, sanatlarıyla devrime daha iyi hizmet edebilmek ve devrimi gasp edenlere karşı sanatın özgürlüğünü savunmak için tüm devrimci yazar ve sanatçıların bir araya gelebileceği ortak bir zemin bulmaktır. Çok çeşitli estetik, felsefi ve siyasi eğilimlerin burada ortak bir zemin bulabileceğine inanıyoruz. Marksistler, anarşistlerle birlikte burada yürüyebilir; yeter ki her iki taraf da Joseph Stalin ve uşağı Garcia Oliver tarafından temsil edilen gerici polis devriyesi ruhunu tavizsiz bir şekilde reddetsin.

Çok iyi biliyoruz ki, binlerce yalnız düşünür ve sanatçı bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda ve sesleri, disiplinli yalancıların gürültülü koroları tarafından bastırılıyor. Yüzlerce küçük yerel dergi, genç güçleri etraflarında toplamaya çalışıyor, yeni yollar arıyor ve sübvansiyonlar beklemiyor. Sanattaki her ilerici eğilim, faşizm tarafından ‘dejenere’ olarak yok ediliyor. Her özgür yaratım, Stalinistler tarafından ‘faşist’ olarak adlandırılıyor. Bağımsız devrimci sanat şimdi gerici zulme karşı mücadele için güçlerini bir araya getirmelidir. Var olma hakkını yüksek sesle ilan etmelidir. Böyle bir güç birliği, artık kurulması gerektiğine inandığımız Enternasyonal Bağımsız Devrimci Sanat Federasyonu’nun amacıdır.

Bu manifestoda ortaya konan her fikir üzerinde hiçbir şekilde ısrar etmiyoruz; bunu yalnızca bir ilk adım olarak görüyoruz. Bu çağrının gerekliliğinin farkında olan her sanat dostunu ve savunucusunu bir an önce sesini duyurmaya çağırıyoruz. Aynı çağrıyı, Enternasyonal Federasyon’un kuruluşuna katılmaya ve onun görevini ile eylem yöntemlerini değerlendirmeye hazır olan tüm sol yayınlara da yapıyoruz.

Basın ve yazışmalar yoluyla uluslararası bir ön temas kurulduktan sonra, mütevazı ölçekte yerel ve ulusal kongrelerin örgütlenmesine geçeceğiz. Nihai adım, Enternasyonal Federasyonun kuruluşunu resmen işaretleyecek olan bir dünya kongresinin toplanması olacaktır.

Hedeflerimiz:
Devrim için – sanatın bağımsızlığı!
Sanatın tamamen özgürleşmesi için – devrim!

André Breton
Diego Rivera