Emperyalizm ve Anti-Emperyalizm, sol içinde en fazla kafa karışıklığı yaratan 2 kavramdır. Anti-emperyalizm çuvalı öylesine büyümüştür ki içine burjuva milliyetçileri, Baas rejimleri, mollalar, İslamcı militan gruplar ve tüm sol sosyalist hareketler girebilmektedir. Emperyalizmi salt bir yayılmacı politika ile bağımsızlık sorununa indirgeyen Türkiye solu, yarım asırdan fazla bir süredir dile getirdiği ezberi tekrarlamakta, bu ezberle bugünü yorumlamaya ve pozisyon almaya çalışırken komik bir karikatüre dönüşmektedir. Bunların temel nedeni Stalinizmin okulunda yetişmiş Türkiye sosyalist hareketinin, teolojik bir doktrin gibi ezberlerinden vazgeçmemesinde düğümlenmektedir.
Bu çalışmamızın amacı dar küçük burjuva milliyetçi perspektifle tanımlanan emperyalizm teorileriyle proleter devrimci bir perspektifle hesaplaşmaktır. Emperyalist-kapitalist sisteme karşı tutarlı bir mücadele vermenin yegane koşullarından birisi de sosyal şovenizme ve oportünizme karşı mücadeleyle kopmaz bir bağ oluşturmaktan geçmektedir, çünkü emekçi saflara, yüzünü sol, sosyalist fikirlere dönen kitlelere bu akımlar nüfuz etmektedir.
Emperyalizm Nasıl Doğdu?
Kapitalizmin emperyalizm aşamasına, ilk büyük küresel buhran olan 1873-96 krizinin sonucu olarak geçmiştir. 1848-73 yılları arasında Avrupa ekonomisi rekor düzeyde büyüme gerçekleştirdi. Belçika demir ithalatını ikiye katladı. 1850-70 döneminde dünya kapitalizmi %250 oranında baş döndüren bir büyüme yaşadı. Bu aşırı üretimin sonucu olarak büyük bir ekonomik boom sürecine girildi. Mayıs 1873’te Viyana Borsasının çökmesi ve para arzında yaşanan daralmayla birlikte bir dizi banka iflasını açıkladı. Akabinde gelen dört yıllık süreçte, Almanya’da hisse senetleri %60 oranında rekor bir değer kaybedişi yaşadı. Eylül 1873’te ABD’nin önde gelen bankası Jay Cooke & Company iflas etti. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak zincirleme bir şekilde 98 banka, 98 demiryolu şirketi, 18.000 işletme battı. 1876 Yılına gelindiğinde her 7 Amerikalıdan birisi işsizliğe mahkum olmuştu.
1873 Buhranıyla sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma süreci yaşandı. Küçük ve orta ölçekli şirketler iflas etti. Bu noktada piyasaların kontrolü ve devletin ekonomi politikalarının dev şirketlerin tekeline girme süreci başlamıştır. Kapitalizm kendisini tröstler ve karteller şeklinde yeniden yapılandırma sürecine girmiştir. Bu süreç kapitalizmin emperyalist aşamaya geçişinin yolunu döşemiştir. Finans kapital ve sınai sermaye arasında birbirini tamamlayan bir organik bağ oluştu. Devasa kapitalist tekellerin devlet ihaleleri ve banka kredileriyle dizginsizce büyüdükleri bir sürece girilmişti.
1873 Buhranıyla büyük kapitalist güçler, ucuz ham madde, tutsak piyasalar ve yeni yatırım alanları arayışına girmiştir. Bu arayışlar kapitalizmi küresel ölçekte mutlak bir üretim biçimine dönüştürmüştür. Az gelişmiş ülkelerin bulunduğu coğrafyalar, jeopolitik savaş alanlarına dönüştü. Ham madde ticareti gelişince ulaşım sorununu çözmek için devasa yatırımlar başladı. Avrupa’da bu sorundan ötürü dünyanın dört bir yanında demiryolu yapımı seferberlikleri düzenlendi. Bu süreç Avrupa dışında kalan ülkelerin kapitalist gelişimini hızlandırdı. Ham madde nakliyesi için inşa edilen demiryolları Avrupa dışında kalan az gelişmiş ülkelerin Avrupa kapitalizmiyle bütünleşmesine yol açtı. Büyük kapitalist ülkeler arasındaki ham madde ve pazar arayışındaki rekabet, birinci cihan harbinin nesnel zeminini oluşturdu. Korumacılık ve sömürgecilik politikaları büyük devletler arasındaki rekabeti kızıştırdı. Bu gerilimin kaçınılmaz sonucu olarak silah ve savaş sanayisine yatırımlar tavan yaptı. Kapitalizm, 1873’te girdiği buhrandan kurtulmak için kendisini köklü şekilde yeniledi ve emperyalist aşamaya geçti. Böylece kapitalizmin en üst aşamasının doğuşu tamamlanmış oldu. Diyebiliriz ki Emperyalizm ileri kapitalist ülkelerin saldırgan dış politikasının veya onların bir tercihinin ürünü olarak değil, kapitalizmin temel yasası olan eşitsiz bileşik gelişimin kaçınılmaz sonucu olarak doğmuştur.
Emperyalizm Öncesi Kapitalizm
Emperyalizm öncesi kapitalizm serbest ticaret ve sömürgeciliğe dayanmaktadır. Henüz tekelci aşamaya geçmeyen kapitalizm, emperyalist aşamadaki gibi sermaye ihracı gerçekleştirememekte, yalnızca meta ihracı gerçekleşmekteydi. Emperyalizmin öncesi kapitalizm döneminde olan Kolonyalizm politikaları bugün de hala emperyalizm olarak tanımlanmaktadır. Emperyalizmi sömürgeci yayılmacılığa indirgeyen kavrayış, sosyalist solun genelinde hakim olan eğilim olarak kendini sürekli var etmektedir.
Makalemizin bu bölümünde kolonyalizm döneminin özelliklerini mercek altına alarak neden emperyalizmi salt bir sömürgeci yayılmacılığa indirgenemeyeceğini açıklama gayreti içinde olacağız. Sömürgecilik bir devletin başka ulusları, devletleri, siyasal ve ekonomik olarak ele geçirip yerli halk üzerinde kültürel asimilasyon uygulaması ve sömürgeleştirdiği toprakların mutlak hakimi olması anlamına gelir. Sömürgeleştirme, bir ülkenin bağımsız siyasal, hukuksal, ekonomik tüm var oluş haklarının ilgasına dayanmaktadır. Sömürgeci güçler, kontrolü kaybedene kadar sömürgenin mutlak hakimi olmaktaydı. Başka hiçbir güç oranın üzerinde söz hakkına sahip olmamaktaydı. Sömürgeciliğin temel dayanağı ilhaklar üzerinden gelişmekteydi. Kapitalizm geliştikçe, tekelleşme süreci ilerledikçe bu egemenlik biçimi de baştan aşağıya boyut değiştirme sürecine evrilecekti.
Kolonyalizm dönemindeki tek boyutlu ticari ilişkiler büyük tekellerin çok boyutlu küresel ilişkisine evrilmekteydi. Bu durumun kaçınılmaz bir ihtiyacı olarak farklı ülkelerdeki mali sermaye grupları yeni ekonomik ilişkiler kurmak ve sermaye ihracı gerçekleştirmek için, bağımsız ülkelere olduğu kadar sömürge ülkelere de sermaye ihracında bulunmak zorundaydılar. Bu durum da Kolonyalizm döneminin çözülüşünü getirdi. Eskinin koloni imparatorlukları yerlerini tekellerin, kartellerin, mali sermayenin çoklu ilişkisi temelinde yerini daha karmaşık egemenliklere bırakmaktaydı. Toparlarsak Kolonyalizm siyasal bağımsızlıktan yoksun sömürge imparatorluklarına dayanırken, emperyalizm ise güçlü mali sermaye gruplarının küresel nüfuz alanlarına dayanmaktadır. Sömürgecilik ilhaklar yoluyla ilerlerken, emperyalizm ise sermaye ihracı yoluyla ilerlemektedir. Emperyalizm sermaye ihracı için, mali sermayeye nüfuz alanlarını geliştirmek için tıkandığı dönemlerde, gerek bölgesel gerekse de küresel savaşlar çıkarır. Lakin bunu sömürge imparatorluğu kurmak için değil mali sermayeye nüfuz alanlarını büyütmek, kendisine alan açmak için yapar. Emperyalizmi sömürgeciliğe indirgemek veya yalnızca emperyalist savaşlara indirgemek, onun tüm küresel iktisadi faaliyetlerini ıskalayarak, küresel bir dünya düzeni olan emperyalist-kapitalizm yalnızca savaşı bir dış politikaya indirgenmiş olur. Buda emperyalizmi aklamak anlamına gelir. Emperyalizmi sömürgeciliğe indirgemek ona karşı mücadeleyi de milliyetçi bir temelde bağımsızlık mücadelesine, yurt savunmasına indirgemeye tekabül etmektedir. Emperyalizm kapitalizmin dünya sistemine dönüşmesinin adıdır. Bunu bu şekilde kavrayamayıp yayılmacılık ve saldırgan bir dış politika olarak kodlamak, emperyalizme karşı küresel bir sınıf savaşı yerine küçük burjuva milliyetçiliği temelli sosyal yurtseverlik aktivizminden öteye gidilemez.
Emperyalizmin Belirgin Özellikleri
Emperyalizm Sermaye İhracıdır
Emperyalizm öncesi serbest rekabetin hüküm sürdüğü eski kapitalizmin belirgin özelliği meta ihracıydı. Tekellerin hüküm sürdüğü emperyalizm döneminin belirgin özelliği ise sermaye ihracıdır. İhracattaki bu temel değişim emperyalizm öncesi sömürgeci dönemin tüm ilişkilerini baştan aşağıya değiştirmiştir. Sermaye ihracı için geri kalmış ülkeler tercih edilmeye başlandı. Çünkü geri kalmış ülkelerde, ücretler, iş gücü, ham madde, toprak vb. sermaye ihracı için gerekli her şey çok daha ucuz ve kârlıydı. Fakat buralara sermaye ihracı için gerekli altyapı sorunu söz konusuydu. Emperyalizm döneminde artık meta ihracatıyla sınırlı kalmayan kapitalizmin yüksek kâr elde edecek yatırım alanlarına ihtiyacı vardı. Kapitalizmin az geliştiği ülkeler tekeller için balta girmemiş ormanlardı. Kolonyalizm döneminde kısmi oranda gelişmişti. Özellikle Asya kıtasında gelişmiş kapitalist ülkelerden ihraç edilen ürünler için demiryolları ağları oluşmuştu. Sermaye ihracının sonucu olarak bu bölgelerin Avrupa kapitalizmine entegrasyon süreci başlamış oldu. Emperyalizm öncesi sömürgeci ülkelerin sömürgelerine meta ihracı karşılığında ucuz ham madde ithal etmeleri karşılığında yürüyen bir ekonomik ilişki söz konusuydu. Kolonyalizm dönemindeki tek yönlü ilişkiler çözülme sürecine girdi. Özellikle 20. yüzyılla birlikte sömürge ülkenin bağımsızlıklarını kazanmasıyla, gelen sermaye ihraçları kapitalist üretimi geliştirdi. Kapitalizmin pazara entegrasyonunu hızlandırdı. Buda geçmiş dönemin sömürge yarı sömürge ülkelerin gelişmiş kapitalist ülkelere oranlara görece aradaki farkı kapatmasını sağladı. Bu durumda sermayenin küresel düzeyde iç içe geçmesiyle, sömürgecilik dönemindeki tek yönlü bağımlılık ilişkisini karşılıklı bir bağımlılığa dönüştürdü. Tabi ki eşitsiz bir şekilde, sermaye gücünün oranında bir hiyerarşi oluşturdu.
Emperyalizm Mali Sermayenin Sınır Tanımayan Faaliyetleridir
Sömürgecilik toprak ilhakları üzerinden yükselen bir koloni imparatorluğuydu. Mali sermayenin imparatorluğu ise ekonomik ilhak üzerinden yükselir. Yani güç sahibi olduğu nüfuz alanlarında zayıf ülkeleri iktisadi olarak kendine bağımlı olmak üzerinden yükselir. Yani güç sahibi olduğu nüfuz alanlarında zayıf ülkeleri iktisadi olarak kendine bağımlı hâle getirmek üzerinden yükselir. Emperyalizm döneminde her şey mali sermayenin nüfuz alanlarını büyütmek için vardır. Emperyalizm döneminde kolonyalizmden farklı olarak, büyük emperyalist ülkelerin siyasal bağımsızlığa sahip ülkelere bile boyun eğdirebilen bir gücü vardır. Mali sermaye grupları farklı ülkelerin pazarlarına girmek için birbiriyle amansız bir rekabet içindedir. Kolonyalizm döneminden farklı olarak bu rekabet toprak ilhakları için değil, sermayeye dikensiz gül bahçeleri sunmak için verilir. Bu rekabetin ürünü olarak doğan savaşların varoluş sebebi de burada saklıdır. Sözün kısası emperyalizm mali sermayenin sınır tanımayan faaliyetlerinin toplamıdır.
Emperyalizm Tekelci Rekabet Üzerinden Yükselir
Emperyalist aşamaya ulaşan kapitalizmin en belirgin özelliklerinden biriside tekelleşmeyle birlikte sanayi sermayesinin daha büyük işletmeler içinde yoğunlaşmasıdır. Aynı tekelleşme banka sermayesinde de gerçekleşmekte, bankalar büyük kurumlar hâlinde tekelleşmekteydi. Böylece bankalar, belli bir ülkenin veya birden fazla ülkenin ham madde ve üretim araçlarını, burjuvazi ve küçük burjuvazinin sermayelerini kontrol altında tutan dev tekellere dönüştü. Banka sermayesi ile sanayi sermayesi iç içe geçerek mali sermayeyi küresel düzeyde yöneten dev tekellere dönüştü. Emperyalizm öncesi ticaret ve sanayi sermayesi biçiminde somutlaşan sermaye, rekabetin önlenemez sonucu olarak mali sermayeyi yaratmıştır. Tekeller; özel mülkiyet ve serbest rekabete dayanan kapitalizmin sonucudur. Tekelleşme ne düzeyde gelişirse gelişsin rekabet hiçbir zaman bitmez. İlk bakışta tekel ve rekabet çelişkili gibi görünse de karşılıklı birlikteliğin sonucu bütünleşmektedir. Rekabet tekelleri doğurmaktadır, fakat tekeller rekabeti ortadan kaldırmamakla birlikte rekabetin şiddetini artırmaktadır. Artık büyük tekeller arası küresel rekabet söz konusudur. Bu dev rekabet; savaşları, işsizliği, yoksulluğu, güvencesizliği, açlığı beraberinde taşımaktadır. Emperyalizm çağında sermayenin yoğunlaşmasının sonucu olarak doğan tekelleşme niceliksel bir dönüşümün yanında niteliksel bir dönüşümü de yaşatmıştır. Başlangıçta kapitalistlerin üretim araçları üzerindeki bireysel mülkiyet şeklinde örgütlenen kapitalist üretim biçimi tekelleşme ve mali sermaye egemenliğiyle birlikte dünya ölçeğinde de şirketlerin yönetimiyle örgütlenmeye başladı. Bu süreçte üretimi olabildiğince toplumsallaştıran kapitalizm her yere hakim oldu. Kendi mezar kazıcısı olan proletaryayı da küresel bir deve çevirdi. Sadece sanayi ve üretim araçlarını geliştirmekle yetinmeyen emperyalist burjuvazi kitle iletişim araçlarını da en üst düzeye çıkarttı. Uluslararası dev tekellerin dizayn ettiği küresel ekonomik düzen işçi sınıfının sorunlarını ve bu sorunlara karşı verdiği mücadeledeki taleplerini de küreselleştirdi. Emperyalist burjuvazi kendi mezar kazıcısı olan proletaryanın enternasyonal sınıf savaşını daha etkili verebilmesinin nesnel zeminini de hazırlamış oldu.
Emperyalist Çağın Ayrılmaz Parçası Emperyalist Savaşlar
Emperyalizm çağı mali sermayenin küresel egemenligine dayanmaktadır. Bu küresel egemenlik küresel tekelleride, rekabetide varoluşunu sağlamakradır. Büyük emperyalist güçler ve orta kapitalist güçler, hamnade pazar arayışı, sermaye ihraçları üzerinden kendi hegomonyalarını oluşturmak için sert bir rekabet içinde devinim halinde ilerler. Bu rekabet barışçıl bir eksende yürüsede, büyük kapitalist krizlerde yaşanan daralma ve korumacılığı aşmak için savaş kartlarını masaya sürmekten geri durmazlar. Bu durumun tezahürü kimi zaman emperyalist metropollerin çok uzağındaki bölgesel savaşlar olarak kendisini gösterebileceği gibi kimi zamanda emperyalist cihan harbi şeklinde boy göstermektedir. Emperyalist hegomonya savaşları emperyalistler arası rekabetin şiddet yoluyla yürütülmesinin adıdır. Lenin’e dönecek olursak:
Kapitalistler dünyayı paylaşıyorsa, bunu kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi, kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurmak zorunda bıraktığından yapıyorlar. Dünyayı, mevcut sermayeleri, güçleri oranında paylaşıyorlar. Çünkü kapitalizmin ve meta üretimi sistemin var olduğu bir ortamda daha başka bir paylaşma biçimi söz konusu olmaz.
Lenin
Emperyalizm çağında burjuva devletler arasındaki her barış dönemi yeni emperyalist hegemonya savaşları için hazırlıktan başka bir şey değildir. Emperyalist savaşlar, militarizm, otoriterleşme, dünyanın mali sermaye tarafından sürekli paylaşım içinde olması, emperyalist çağın olmazsa olmazıdır. Bunun dışında bir kapitalizm mümkün değildir.
Emperyalizm Nedir?
Emperyalizm kapitalizmin tekelci aşamasıyla kendini yeniden ürettiği aşamadır. Lenin’in bu aşamayı kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tanımlamaktaydı. Lenin’in emperyalizmin 5 temel özelliğini kapsayan klasik tanımı şöyledir:
1. Üretim ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmıştır ki ekonomik hayatta belirleyici bir rol oynayan tekelleri yaratmıştır.
2. Banka sermayesi sınai sermayeyle iç içe geçmiştir ve bu “mali sermaye” tekeli üzerinde bir mali oligarşi ortaya çıkmıştır.
3. Meta ihracından ayrı olarak, sermaye ihracı olağanüstü önem kazanmıştır.
4. Dünyayı aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur.
5. En büyük kapitalist güçlerle dünyanın toprak paylaşımı tamamlanmıştır.
Emperyalizmi kapitalizmden bağımsız ayrı bir olgu gibi ele alınılamaz. Emperyalizmi kapitalizmden ayıran veya birbirinden izole şekilde gerçekleşen her kavrayışın siyasal sonucu sınıf uzlaşmacılığına ve dar milliyetçilik duvarına hapsolmak olarak döner. Çünkü emperyalizm kapitalizmin sürekliliğinin önlenemez bir sonucudur. Varlığını tekeller arasındaki rekabet üzerinden yükselten emperyalizmin kaçınılmaz sonuçlarından biriside savaşlardır. Lakin savaşlar emperyalizmin sonuçlarından yalnızca birisidir, tamamı değildir. Uluslarası bir iş bölümü temelinde eşitsiz ama birleşik gelişen kapitalizm, eşitsizliği karşılıklı bağımlılık olarak yeniden ürettiği ve içine tüm kapitalist ülkeleri sermaye ve ordusunun gücü oranında bir hiyeraşi oluşturduğu küresel bir piramittir.
Kaustky’nin Ultra Emperyalizm Teorisi
Marksizmin papası olarak tanımlanan Lenin’in de kendisini öğrencisi olarak addettiği Kautsky birinci emperyalist paylaşım savaşının arifesinde “Ultra Emperyalizm” adlı bir teori ortaya attı. Kaustky’e göre, her türlü olumsuzluğa rağmen emperyalizm yerini emperyalistler arası kutsal bir birliğin olması için hiçbir sebep yoktu. Kautsky emperyalizmi kapitalizmin gelişimi için bir zorunluluk olduğuna karşı çıkıyor, burjuva hükümetlerin bir tercihi olarak tanımlamaktaydı. Kautsky’e göre bu Ultra ya da Süper Emperyalizm dönemiyle birlikte kâr çılgınlığı, silahlanma yarışı ve emperyalist savaşlar bitecek, sosyalizme evrimsel olarak barışçıl bir yöntemle geçilecekti. Kautsky’nin yazdığı bu oportünist teorinin henüz mürekkebi kurumadan birinci cihan harbi patlak vermişti. Kautsky bu savaşı hala emperyalist bir savaş olarak tanımlamıyor. Savaşı burjuva hükümetlerin milliyetçi emelleri olarak yorumlamaktaydı. İş savaş gündemi karşısında alınacak tutuma gelince Kautsky burjuvazinin saflarında yer almaktan geri durmayacaktı. Mecliste savaş kredilerini onaylayan, sosyal yurtseverlik kuramı adı altında işçi sınıfını burjuva saflarda anavatan savunmasına davet etmekten geri durmayacaktı. Bu tutumundan sonra ikinci enternasyonalin kapısına kilit vurup, savaştan sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar açacaktı.
Lenin’in Emperyalizm Teorisinin Diğerlerinden Farkı
Lenin’in emperyalizm kitabı o alanında ilk eser değildi. Gerek sosyalist hareket içinde gerekse de dışında emperyalizmin temel niteliklerine ve gelişimine yönelik doğru teorik çalışmalar gerçekleşmiştir. Rundolf Hilferdny (Finansal Sermaye), Rosa Lüksemburg (Sermaye Birikimi), Buharin (Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi) eserleri bunlar arasındaydı. Lenin’in temel farkı kapitalizmin emperyalist aşamasını tanımlamakla, doğru teorik çözümlemeler yapmakla sınırlı kalmamasında yatmaktadır. Lenin emperyalizmi tanımlamakla yetinmeyerek buradan siyasal ve örgütsel sonuçlar çıkarmıştır. Lenin emperyalizmi savaşlar, proleter devrimler ve karşı devrimler çağı olarak tanımlamıştır. Lenin’in diğerlerinden farkı; Emperyalizmi kapitalizmden ayıran, onu dışsal bir olguya indirgeyen, sosyal şoven tüm eğilimlere karşı radikal ideolojik ve örgütsel savaş içine girip, dünyadaki enternasyonal devrimcilere önderlik etmesinde somutlanmaktadır. Kısacası Lenin’in temel farkı emperyalizmi tanımlamakla yetinmemesi, emperyalizme karşı proleter devrimci perspektifle mücadele edilmesinin teorik, siyasal ve örgütsel yolununu açmasıdır.
Emperyalizmi Dışsal Bir Olguya İndirgemenin Siyasal Sonuçları
Emperyalizmi dışsal bir olguya, kolonyalizmin yeni bir türüne, emperyalist metropollerin tek yönlü egemenliğine indirgeyen, onu tercih edilen bir çeşit dış politika olarak tarifleyen anlayış Türkiye sosyalist hareketinde yaygın bir eğilim olarak kendisini var etmektedir. Bu eğilimler Lenin sonrası Stalinci bürokrasinin dünya komünist hareketine dayattığı ögretiler toplamıdır. Bu öğretiler emperyalizmi teorik ve politik olarak yayılmacılığa indirger, emperyalist metropoller dışında kalan tüm ülkeleri yarı sömürge olarak tanımlayarak komünist devrimcilerin hedefi olan proleter devrimin önüne ulusal bağımsızlığı koyar, Anti-Emperyalizmi, emperyalizmden bağımsızlaşması gereken bir kapitalizm olarak tarifler. Kapitalist işleyişin önlenemez gelişiminin sonucu olarak emperyalizmi görmeyi reddeden Kautsky’ye Lenin şöyle cevap vermekteydi:
Emperyalizmi kapitalizmin bir evresi olarak görmeyi reddeden Kautsky, onu mali sermayenin tercih ettiği politika, yahut sanayileşmiş ülkelerin tarımsal alanları ilhak etme eğilimi olarak tanımlar. Kautsky’nin bu tanımı teorik bakımdan mutlak suretle yanlıştır. Emperyalizmi ayırt eden sınai değil, mali sermayenin egemenliğidir; yalnızca tarımsal değil bütün ülkeleri egemenlik altına alması eğilimidir. Kautsky emperyalizmin siyasetini iktisattan, tekelden, politikadan koparmaktadır.
Lenin
Kaustky’nin emperyalizmi bu yönlü yapboz gibi parçalara bölen teorisindeki niyeti bellidir. Kapitalizmin barışsal bir aşamaya geldiğini öne sürerek barışçıl yollarla sosyalizme geçişin mümkün olacağını savunmaktadır. Buradaki amaç önce kitleleri pasifize etmek, ardından sosyal yurtseverlik adı altında işçi sınıfını burjuva saflarda anayurt savunmasına sokmaktır. Kautsky, yapay ayrımlarla emperyalizmi kapitalizmden ayrı tutan bir emperyalizm kavrayışının benzeri, Lenin sonrası Kominterni ele geçiren Stalinci bürokrasi tarafından da dünya komünist hareketine dayatıldı. Bu anlayışa göre burjuvazi ikiye bölünmüştür. Komprodor burjuvazi; yani çıkarı emperyalist burjuvaziyle uzlaşan kanat, bir de komprodarlaşmamış burjuvazi vardır, bunların çıkarları emperyalist dünya sistemine entegre olmaktan yana değildir. İşte bu milli burjuvaziye Anti Emperyalist, ilerici, yurtsever gibi nitelikler atfedilerek onu emekçi sınıflarla müttefik olarak görmekteydiler. Bu kavrayışın hazin sonu Bolşevizmin tüm öğretilerinin çöpe atılmasıydı. Lenin döneminde emperyalizm proleter devrimler çağı olarak nitelendirilmiş, tek devrimci sınıf olarak işçi sınıfı tayin edilmiş, burjuvazinin tüm ilerici barutunu kaybettiği saptamaları hakimdi. Bolşevik anlayış Stalinci bürokrasi tarafından terk edilerek yerine sınıf uzlaşmacılığına dayalı bir perspektif dünya komünist hareketine dayatılmıştır. Stalinci perspektifin tezahürü; ulusal demokratik cephe, Anti Emperyalist demokratik cephe, halk cephesi gibi özünde işçi sınıfını burjuva saflara yedekleyen, proleter devrimleri çıkmaz ayın son çarşambasına erteleyen oportünist anlayış olarak boy gösterdi. Stalinci bürokrasinin öne sürdüğü bu perspektiflerdeki anlayışın amacı belliydi: Dünya devrimini boğmak, küresel bir sistem olan sosyalizmi ulusal bir kalkınma modeline çeviren bürokratik rejim inşa etmekti. Bu kavrayışlar hala Türkiye sosyalist hareketinde yaygın olan eğilimlerdir. O yüzdendir ki; emperyalizm hala bir tür kolonyalist yayılmacılık olarak görülmekte, ABD ve birkaç AB ülkesi dışında kalan tüm ülkeleri sömürge, yarı-sömürge statüsünde gören eğilim hakimdir. Bu emperyalist metropollerle çıkarları çatışan tüm burjuva devletleri hatta emperyalist ülkeleri dahi Anti-Emperyalist olarak selamlama eğilimi hakimdir. Emperyalizmi sadece saldırgan bir dış politikaya indirgemekle, ona karşı mücadeleyi de ulusalcı temelde bağımsız eksenli bir hat üzerinden yürütülmektedir. Oysaki emperyalizm birbirine geçmiş iktisadi ilişkilerin kopmaz ve vazgeçilmez bir parçası olan mali sermayenin yayılmacılığının getirdiği karşılıklı çıkar ilişkilerine bağlı siyaset anlayışları birbirinden ayrılamaz. ABD’nin çıkarları (belirleyci ağırlıkta olması bir yana) ile ister emperyalist hiyerarşinin altında yer alsın, ister ortasında, ister emperyalist hiyerarşinin üstünde yer alsın çıkarları iç içe geçmiştir. Mali sermaye için nüfuz alanlarını pay etmek bu işin taksimi de iktisadi ve askeri güç doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. Pastadan büyük payı alanda küçük payı alanda bu paylaşımın ortağıdır. Emperyalizm, sermayenin vatanının olmadığı kendisini nerede üretiyorsa oraya aktığı küresel sistemdir. Bu sisteme karşı mücadele ulusal kurtuluşçu, dar milliyetçi bir perspektifle değil, enternasyonal sınıf savaşı perspektifiyle verilir.