Her geçen gün hayat pahalılığı, zamlar, yoksulluk, sefalet, işsizlik, sömürü, baskı çığ gibi büyümektedir. Bu büyümeler patronlar sınıfı için kar, rant, lüks, iktidar, statü, güç büyümesi olarak hayat bulmaktadır. Bu durumlara paralel olarak da her geçen gün istikrarlı şekilde yükselen diğer olgu iş cinayetleridir. Ölümle sonuçlanan iş kazalarında Türkiye yıllardır ilk sıralarda yer almaktadır. İşçilerin kelle koltukta işe gittiği bir ülkede bir düzende yaşıyoruz. Sermaye sınıfı bu katliamlara, kaza, kader, fıtrat gibi tanımlamalar getirmektedir. Ölümlerin nedeni olarak da işçilerin güvenlik kurallarına uymadığı, baret, kemer vb iş güvenlik ekipmanlarını kullanmadığını öne sürmektedir. Ölümle sonuçlanan iş kazası haberi almadığımız gün yok denecek kadar azdır. Tüm bu cinayetler ancak Soma, Ermenek gibi işçiler toplu hâlde öldükleri zaman gündem olmaktadır. Sermaye sınıfı yalnızca işçileri sömürüp, onları yoksulluğa, sefalete, açlığa mahkum etmiyor. Her gün kimi zaman teker teker kimi zaman toplu hâlde işçileri katletmektedir. Sermaye sınıfı işçilerin emeğini, canını, kanını vampir gibi emerek büyümektedir. Yalova sefine Tershanesinde gerçekleşen iş cinayeti ve akabinde yaşananlar ve sürecin medyaya yansımasıyla bir kez daha şu gerçekliliği en acı şekilde tecrübe etmekteyiz:
Burjuvazi işçi sınıfına karşı acımasız bir savaş yürütmektedir. Silahsız bir işçi sınıfının ne aşı ne ekmeği ne özgürlüğü nede can güvenliği vardır.
Tershane, gemi, liman işkolu işçi mezbahaları gibi faaliyet yürütmektedir. Yalova Sefine tershanesinde yaşanan bu cinayet, Tershane ve buna benzer birçok iş kolundaki mevcut çalışma sistemini birkez daha su yüzüne çıkartmaktadır. Yalova Sefine Tershanesinde çalışan 19 yaşındaki genç işçi yüksekten feci şekilde düşerek can verdi. Olayın ardından genç işçinin cansız bedenine iş güvenlik uzmanları kemer takmaya çalıştı. Hayatını kaybeden genç işçinin mesai arkadaşları olaya müdahale ederek bu çirkef oyunu bozdu. Olayı kameraya çeken işçiler cinayetin basına yansımasını sağlayarak, iş yerini ifşaladılar. Bunun üzerine şirket pişkin şekilde işçinin iş güvenliği kurallarına uymadığından dolayı öldüğünü öne sürerek tüm sorumluluğu üstünden atma hamlesinde bulundu. Ertesi gün patronun oyununu bozan 35 işçi bir çırpıda işten atıldı. Bu cinayet tüm çıplaklığıyla iş yerlerindeki İş Güvenliği Uzmanlığı departmanını ve iş güvenliği sorununa hangi somut talepler ve eylem programıyla yaklaşılacağı sorununu gündeme getirmektedir. Ölümle sonuçlanan iş kazalarının yaşandığı sektör ve iş kollarını incelediğimizde şu gerçeklik kendisini göstermektedir. Taşeron, güvencesiz, esnek, sigortasız, sendikasız, örgütsüz iş kollarında ölümle sonuçlanan iş kazaları yaşanmaktadır. Tarihte, üretim ilişkilerindeki her değişim kendisini 2 şekilde gösterir; tepeden geliyorsa evrim, tabandan geliyorsa devrim. Devrimlerin özelliği, tabana etki edecek bir teoriye ve çatı örgüte sahip olmalarıdır. Aksi takdirde geniş kitleleri organize bir biçimde devrime sürükleyemezler, geniş kitlelerin bir devrimci teorisi ve çatı örgütü olmadığında düzensiz isyanlar; protestolar ve küçük grevler ile çözüm aramaları bu sebepten ötürüdür. Bu nedenle devrimci sınıfın devrimci bir çatıya ve devrimci bir teoriye ihtiyacı vardır, aksi takdirde iktidarı ele alamayacak; alsa bile üretim ilişkilerini nasıl düzenleyeceğinden bir haberdâr olacaktır. Örgütlenmenin önemi budur. Örgütsüzlük işçi sınıfının canını almaktadır. İşçilerin örgütsüz kalmalarının nedeni bilinçsiz ve örgütlenmek birlik olmak fikrine uzak olmaları değildir. Kapitalist sistemde iş kazası olarak takdim edilen katliamlar asli nedeni, en büyük kolektif kapitalist olan devletin yasakları ve birlik olan işçilerin üzerine yığdığı jandarması polisi kısacası devletin baskı aygıtlarıdır. Devlet tüm hücreleri, tüm kurumları, tüm yasalarıyla bir avuç patronun işçiler ve tüm toplumun üzerinde kurduğu diktatörlük aygıtlarıdır. Bu diktatörlük akıl almaz düzeyde çürümüş bir yapıdadır. Her şeyi ama her şeyi kâr ve ranta çevirmek için vardır. İş cinayetlerinde katlettiği işçiler istikrarlı bir şekilde yükselişe geçince buradanda yeni bir sektör ve rant alanı yaratmıştır. Özellikle Soma katliamının yaratığı toplumsal infialini dizginlemek, iş kazalarına karşı mücadele ediyor izlenimi vermek ve buradan da yeni bir iş kolu yaratmak için İş Güvenliği Uzmanlığı sektörünü geliştirdi. Hemen hemen her iş yerinde iş güvenliği eğitimi verdirmeyi, büyük iş yerlerinde de iş güvenliği uzmanları çalıştırmayı zorunlu kıldı. Mantar gibi tüm ülkede İş Güvenliği Şirketleri yaygınlaştı, İş Güvenliği Uzmanı sertifikaları veren özel kurslar hızla gelişti hatta üniversitelerde de bölümleri açılmaya başlandı. Toplumsal bir sorun olan iş kazalarına karşı mücadele yine bu sorunu yaratan şirketlere havale edildi. Bu şirketler Çalışma Bakanlığı veya herhangi bir devlet kurumuna bağlı olmayan tamanen özel ticari işletmelerdir. Sahadaki varlıkları adeta bir şehir efsanesi gibidir. İşçilere iş güvenliği eğitimi vermezler, sadece iş güvenliği eğitiminin verildiğine dair işçilere evrak imzalatırlar. Aksini isteseler de yapamazlar; çünkü tam teşekküllü bir iş güvenliği eğitimi vermek demek, işçilerin üretimden bir süreliğine kopması, patron için çalışmaması demek. İşçilerin mola haklarına dahi saldıran patronlar tüm işçilerin tam teşekküllü bir iş güvenliği eğitiminden geçmesini işten kaytarmak ve tembellik olarak okur. Bunu dayatan İş Güvenlik Uzmanı eğer kendi personeliyse onu işten atar, eğer taşeron bir şirkete bağlıysa o şirketle sözleşmesini iptal eder. İş yerinde tam teşeküllü iş güvenlik önlemlerinin alınmasını talep eden ve bu talebinde ısrarcı olan İş Güvenlik Uzmanını kendi iş yerinde barındırmaz. Yaptığı harcamanın enaz on katı kadar kâr edemeyen bir patron parasını çöpe atmış sayar. Bir patron asla buna tahamül edemez. Patronlar maaşını ödediği İş Güvenlik Uzmanından tek beklentisi şudur: İş kazalarını sümen altı etmek, ölümle sonuçlanan iş kazalarında işçiyi hatalı göstererek, patronu sorumluluktan kurtarmak. Fıtrat, kader, kaza, işçinin bilinçsizliği, tüm uyarılara rağmen canını riske atması gibi hurafeleri yaygın hâle getirmek. Bu noktada patronların devleti ve hükümeti tüm imkanları önüne sererek tüm yardımlarda bulunur. Toparlayacak olursak eğer, kapitalizm tüm sorunların ana kaynağıdır. Mevcut sorunlara karşı yarattığı tüm çözüm projeleri yeni sorunları beraberinde getirerek sorunları derinleştirmektedir. Bir sorunun ana kaynağı o sorunun çözüm öznesi olamaz. Her gün işçiler iş cinayetlerinde katledilirken, patronlar villarında, özel jetlerle, tenis kortlarında keyif çatarlar ve biz işçilerin emekleri üzerinden sermayelerini büyütürler. Kayıtdışı çalıştırılan yoksul işçilerin çocukları barınma ve beslenme koşullarına bağlı olarak zatürre, verem, salgın hastalık ve hepatiten yaşamını yitirir ya da Ahmet Yıldız gibi daha 13 yaşında pres makinesine sıkışarak can verir. İşçiler, patronların cebinden para gitmesin diye en basit güvenlik önlemleri dahi alınmadan eldivensiz, maskesiz, baretsiz ve molasız 10-12 saat çalıştırırken, burjuvazi ultra lüks sitelerinde bir elleri yağda, bir elleri balda günlerini gün ederler. Ve böyle de yapmaya devam edeceklerdir, çünkü zenginliğin kaynağına sahiptirler. Sermayeye sahiptirler ve maaşlı kölelikle emeğe sahiptirler. Emeğimize sahip olmalarının tek nedeni sermayeye sahip olmalarıdır. Devlet gibi bir baskı aygıtına sahip olmalarının da nedeni aynen budur. Bu nedenle zenginliği dağıtmak, daha iyi maaşlar vermek sorunu çözmeyecek; öteleyecektir. Çünkü bir tarihsel zorunluluk olarak bir sınıfın veya grubun gücünün kaynağı elinden alınmadıkça güç kendisini yeniden üretecektir. Büyük şirketleri ulusallaştırmak, daha iyi sosyal haklar ancak bugünü biraz rahatlatır. Ama önünde sonunda patronlar güçlerini sermayeleriyle üretim yaparak; bu üretimle yeni sermaye doğurarak elde etmektedirler. Sermayenin özel mülkiyeti olduğu surette işçi sınıfı kurtuluşa eremeyecektir. Bizi Enternasyonal Komünizmin kızıl sancağı altında birleştiren sınıf kinimiz, işte böylesine çürümüş olan bu sömürü düzenine karşı bir başkaldırıdır. Bu düzen biz işçilere açlık, yoksulluk, sefalet, savaş, ırkçılık, sömürü, kan ve ölüm dışında hiçbir şey vermemektedir. En temel yaşam hakkımız için dahi bu düzeni yıkmamız gerekmektedir. Bunun içinde sınıfımızın öncü mûfreze birliği olacak Enternasyonal devrimci partisini inşa etmemiz zorunluluktur.
Silahsız bir işçi sınıfının ne aşı ekmeği ne özgürlüğü ne de can güvenliği vardır.
İşçi sınıfının örgütünden başka silahı yoktur!