Suriye Nereye Gidiyor?

61 yıllık BAAS rejimi, 51 yıllık Esad hanedanlığı neredeyse tek kurşun sıkmadan teslim olup yıkıldı. Esad ve yakın çevresi rahat şekilde mal varlığını yanında götürerek Rusya’ya kaçtı. Ordusu silahsızlandırıldı. Hükümeti barış içinde iktidarı İslamcı faşistlere devretti. Hapishaneler istila edildi, binlerce kişi serbest bırakıldı. BAAS rejimini sembolize eden heykeller yıkıldı.

Oluşan iktidar boşluğu, ülke genelinde iktidarı ele geçiren emperyalist güçlerin ve bölgesel güçlerin taşeronu olan İslamcı teröristler ve savaş agaları tarafından doldurulmaktadır. Esad rejiminin yıkılması Suriye halklarında sevinç yaratmakla birlikte, Batı emperyalizmi ve Türkiye tarafından yaşanan süreç Suriye halkının kurtuluşu ve devrim olarak pazarlanmaktadır.

Gerek Suriye’li emekçi halklarının, ezilenlerin gerekse de dünyada ki devrimci, sosyalist ve işçi hareketlerinin Esad’ın ardından dökeceği tek bir gözyaşı yoktur. Aynı şekilde zafer şarhoşluğuna kapılıp, Batı emperyalizminin, Siyonizmin, Türkiye devletinin yaydığı kurtuluş, devrim palavralarına en ufak prim verilmemelidir.

Hiç kuşku yok ki Suriye emekçileri ve ezilenlerinde Esad rejiminin yıkılışının ardından sevinç duygularının yeşermesi meşru bir durumdur. Fakat bu sevinç duygularının zafer şarhoşluğuna dönüşmesi emekçileri ve ezilenlere yeni bir yıkımın yolunu açar.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; her iktidar ve rejim değişikliği emekçiler ve ezilenler için kurtuluş anlamına gelmez. Kurtuluş olarak tanımlayabilmek için, iki temel koşul vardır. Mevcut iktidarı, rejimi işçi sınıfının politik önderliğinde tüm ezilenlerin militan mücadelesiyle yıkıp sovyet, şura, konsey gibi özyönetim organları aracılığıyla kendi iktidarını kurulması.
Sömürge ulusların ulusal kurtuluş mücadelesiyle kendi ulusal özgürlüklerini kazanması. Kısacası kurtuluştan ve devrimden bahsedebilmek için toplumsal kurtuluş ve ulusal kurtuluşun gerçekleşmesi gerekir.

Siyasi rejimlerin, iktidarların kendi sınıfsal ve siyasal niteliğinden bağımsız olarak yıkılıp kurulması işçi sınıfının amaç ve hedeflerinde, mücadelesinde hiçbir değişiklik yaratmaz.
Sadece yeni oluşan koşullar doğrultusunda izlenecek taktiklerde değişikliklere yol açabilir.
Suriye’de yaşanan süreç şudur: iktidar egemen sınıflar arasında el değiştirmektedir. Uluslararası arenada ise Rusya ve İran egemenlik haklarını ABD, İsrail, Britanya ve Türkiye’ye devretmiştir.

Burada emekçiler ve ezilenler lehine olumlu bir sonuç yoktur. Bundan sonraki süreçte, Suriye’li işçileri, yoksul köylüleri, Kürtleri, Alevileri, Ermenileri, Süryanileri, Hristiyanları, Ezidileri, Dürzileri, Kadınları, LGBTİQ+ları neyin beklediği belirsizdir.
Suriye’li emekçilerin ve ezilenlerin payına sert ve keskin mücadeleler düşmektedir.
Esad rejiminin düşüşü yalnızca Suriye’yi ve Ortadoğu’yu ilgilendiren bir konu değildir. Etkileri küresel düzeydedir.
Emperyalist güçlerin ve bölgesel güçlerin hegemonya savaşlarının sahasıdır Ortadoğu.

Bugün Suriye emperyalist güçlerin paylaşım sahasına dönüşmüş durumdadır. Suriye ABD, İsrail, Britanya, Türkiye arasında paylaşılmaktadır. Ortadoğu emperyalist kuvvetlerin en önemli faaliyet alanlarından birisi olma özelliğini taşımaktadır. Emperyalist kuvvetlerin, Arap hanedanlıklarının, Arap miliyetçisi burjuva hükümetlerin, İslamcı örgütlerin desteğiyle, Ortadoğu, savaşların, kanın, gözyaşının, sömürünün, soykırımların, mezhepsel çatışmaların ve her türden gericiliğin ve barbarlığın merkez üstü hâline gelmiştir.
Emperyalist kapitalist sistemin varlığını sürdürdüğü hergün koşar adımlarla insanlık ve tüm canlı türlerini barbarlık içinde yok oluşa sürüklemektedir. Emperyalist kapitalist sistemin sınırlarını aşmayan her çözüm önerisi her siyasal proje mevcut sistemin suçlarına ortak olmak anlamına gelmektedir.
İhtiyacımız olan yegâne şey; Enternasyonal Komünist strateji ve Enternasyonal Komünist siyasal önderliktir.

Bugün Suriye’de yaşanan sürecin sağlıklı bir analizini yapabilmek sağlıklı devrimci görevler çıkartabilmemiz için 61 yıllık BAAS rejiminin, 51 yıllık Esad hanedanlığının kısa tarihini mercek altına almak elzem bir durumdur. Çünkü bugün Suriye’de yaşanan sürecin tarihsel arka planını irdelemeden bugüne dair sağlıklı sonuçlar çıkartamayız.

Kendi Halkının, Filistin’in ve Kürtlerin Celladı Olan Bir Rejim
Ortadoğu’da devrimci işçi partilerinin yokluğu, kitlelerin yerel sömürücülerin ve onların emperyalist koruyucularının boyunduruğunu devirmeye yönelik tüm girişimlerini çıkmaz sokağa sürüklemiştir. Bunun asıl sorumluluğu Stalinizme aittir. 1930’lardan bu yana, Stalinist Kremlin bürokrasisinin etkisi altında, yarı-sömürge ülkelerin komünist partileri, ” ulusal devrim ” ya da ” anti-emperyalist birleşik cephe” adına işçilerin çıkarlarını ulusal burjuvazinin çıkarlarına tabi kılındı. Bu strateji işçi sınıfını yerel burjuvazinin yardımcısı haline getirerek, işçi sınıfını politik olarak silahsız hale getirdi. Suriye Komünist Partisi, burjuva Baas Partisi’ne itaatkâr kalmış ve 1986’dan bu yana hükümet bloğuna katılmıştır. Yıkmakla yükümlü olduğu Suriye burjuva devletinin aparatı hâline gelmekle birlikte, Suriye burjuva devletinin varlığını emekçi saflarda meşrulaştırma işlevi görmüştür. Rejimin sosyalist söylemi her zaman devlet bürokrasisi, ordu ve kapitalistler arasındaki ittifaka dayalı bir politikayı maskelemiştir.

1920’lerde Fransız emperyalizmi Suriye’yi Lübnan’dan ayırdı. Arap ulusal ayaklanmasıyla karşı karşıya kalan de Gaulle, 1945’te Şam’ı bombaladı. İngiliz ve Amerikan emperyalizminin baskısı altında, Fransız birlikleri 1946’da Suriye’yi boşalttı. Bunu siyasi istikrarsızlık izledi; milliyetçi sivil klikler, ordunun bazı kesimlerine baskı yaparak iktidar için şiddetli bir rekabete girdi. 1948-1949’da İsrail ordusu tarafından ezildi. 1958’de Mısır’la birleşme girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Baas partisi, İsrail ve ABD’nin baskılarına direnmek için SSCB’ye güvenerek 1963’te ülkeyi ele geçirdi.

1967’de İsrail tarafından bir kez daha yenilgiye uğratılması ve stratejik Golan Tepeleri’nin kaybedilmesinin ardından Hafız el-Esad , mezhepsel kökene dayalı ( Aleviliğe) bir polis rejimi olan bir iç darbe (” ıslah hareketi “) sayesinde 1970 yılında iktidara geldi. Basçı rejim, Filistin ve Lübnan’ı da içine alan daha büyük bir Suriye talep ediyor. 1976’da Suriye birlikleri Lübnan’a girerek Filistin Kurtuluş Örgütü’ne saldırdı. 1982’de Hama’da 30.000’e yakın kişinin öldüğü İslamcı (Müslüman Kardeşler) ayaklanmasının bastırılması, rejimin baskıcı doğasını doğrulamaktadır. Lübnan’da, 1985’ten 1987’ye kadar Suriye ordusu, Emel İslamcılarının desteğiyle Bordj el Barajneh mülteci kamplarına saldırdı.

SSCB’nin kapitalist resterasyonu rejimi istikrarsız hâle getirdi. 1990’larla birlikte piyasa ekonomisi devreye girdi. Yoksulluk, işsizlik hızla yayılmaya başladı.
1991 yılında Batılı ve Türk emperyalistlerin Irak’a yönelik ilk müdahalesi sırasında Esad, Saddam Hüseyin’in düşmanları olan Baasçıların liderliğindeki Irak’a karşı koymak için İran’la ittifak kurdu. 2003 yılındaki ikinci emperyalist müdahale sırasında Suriye, Irak’a karşı ABD liderliğindeki koalisyona açıkça katıldı. Hafız Esad’ın 2000 yılında ölmesinin ardından yerine oğlu Beşar Esad geçti. 2004’te Kürt gösterilerini şiddetle bastırdı.

2011’den Sonra Yaşan Süreç: Suriye Devrimi mi? Devrimci Önderlik Yokluğunda Gelen Karşı Devrimin Kanlı Kılıcı mı?
1990’larla birlikte Suriye’de piyasa ekonomisinin önünü açacak liberal reformlar gerçekleşti. Bir yandan yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı hızla yayılmakta buna paralel olarakta devlet baskısı vites yükseltmekteydi. Emekçiler ve ezilenler cephesinden gelen her itiraz Esad rejiminin baskı aygıtlarının sopasıyla karşılaşmaktaydı.
Suriye’dekine benzer bir durum tüm Arap ülkelerinde yaşamaktaydı. Tunus ve Mısır’da başlayan devrimci kabarışlar, 2011’de Suriye’de de vücut bulmaya başlamıştı.
2011 yılında Esad rejiminin otoriter yönetimine karşı emekçi kitlelerin ayaklanmasına neden oldu. Bu ayaklanma tabanı emekçi kitlelerin oluşturduğu, yoksulluğa, sefalete ve otoriter yönetimine karşı kitlesel bir emekçi seferberliğiydi.
Esad rejimi eskisi gibi yönetememekteydi, kitlelerde eskisi gibi yönetilmek istememekle birlikte, bu isteğini düzene sığmayan eylemliliklerle dosta düşmana göstermekteydi. Yaşanan sürecin adı devrimci durumdu.
Eksik olan tek şey devrimci önderlik kriziydi. Devrim cephesinde bu krizin çözülememesi karşı devrimin kanlı kılıcının harekete geçmesinin nesnel zeminini hazırladı.
Kitlelerin devrimci kabarışı önce BAAS rejimini ve onun baskıcı işkenceci organları tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
Batı emperyalizmi ve Türkiye tarafından körüklenen, beslenen büyütülen cihatçı çetelerin harekete geçirilmesi karşı devrimin ikinci kanlı kılıcı ve iç savaş yangınının benzini oldu.
Karşı devrimin kanlı kılıcının zaferi Suriye’yi emperyalist güçlerin ve bölgesel emperyalist güçlerin kozlarını paylaşma sahasına çevirdi.
Suriye; ABD, Rusya, İsrail, Türkiye, İran arasındaki emperyalist satranç tahtasına döndü.
Türkiye kontrolündeki IŞİD’in cihadist faaliyetleri hızlı bir ilerlemeye geçti.
2014 yılında Suriye ve Irak’ta geniş bir halifelik (Irak Şam İslam Devleti) ilan etti. 2012 yılında PYD Batı Kürdistan’da (Rojava) kendi yönetimini ilan etti. Yıllarca Suriye devletinin baskısı ve sömürgesi konumunda yer alan Suriye Kürtleri ulusal özgürlüğünü elde etme, kendi kaderini tayin etme konusunda tarihi bir fırsat yakaladı.
2014’ten itibaren PYD-YPG ABD’den silah desteği alarak IŞİD’e karşı önemli bir savaş verdi. Özelikle Kobani zaferi IŞİD’in etkisini kaybetmesinde hayati bir sonuca neden oldu.
2017’de IŞİD’in ilan ettiği halifelik yıkılmıştı. YPG kendisini Suriye Demokratik Güçleri olarak tanımladı. Kendisini Suriye’nin bir parçası olarak gördüğünü, çözüm olarak da demokratik federatif bir Suriye savunmaktaydı.
Ülke fiili olarak parçalanmıştı. Parçalar arasında işgal ve hegemonya savaşı tüm hızıyla sürmekteydi. Esad rejimi Rusya ve İran’ın desteğiyle ülkenin batısını elde tutarken, geri kalan bölgeler düşmanlarının eline geçmişti.
Türkiye 2011’den beri tüm varlığıyla cihatçı terör örgütlerini can siperane desteklemekle birlikte, Rojava’ya yönelik sayısız operasyon ve işgal girişiminde bulundu. Türk devletinin asli amacı Kürtlerin Rojava’da ulusal statü kazanmasını engeleyerek ve Rojava’yı komple işgal edip, Kürtlere yönelik soykırım gerçekleştirmek, Kürtleri tarihsel topraklarından kazımaktır.
Siyonizmin Filistin’de izlediği soykırım politikasının bir benzerini Türkiye Kürtlere karşı izlemektedir. Bunun da yeryüzünün en gerici topluluğu olan İslamcı faşist çetelerle gerçekleştirmektedir.
Rus emperyalizminin Ukrayna’ya yönelttiği savaşın uzadıkça uzaması, Batı emperyalizminin ona karşı uyguladığı ambargo, Siyonizmin Ortadoğu’da yayılmacı bir rota izleyip, Lübnan ve İran’ı kuşatması, Lübnan’da Hizbullah’ın güç kaybetmesi, İran’ın Ortadoğu’daki nufuz alanının zayıflaması Esad rejimini ayakta tutan iki saç ayağının kırılmasına yol açmıştır. Bu da Esad rejimi için sonun başlangıcı olmuştur.

ESAD Rejiminin Düşüşü Nasıl Açıklanır
Gerek Rusya emperyalizmi ve İran tarafından gerekse de milliyetçi sol teşkilatlar ve Stalinist gruplar tarafından Esad rejimi emperyalizme karşı direnen bir kahraman olarak parlatılmaktaydı.
Esad rejimi bağımsız, laik bir Suriye’nin garantörü olarak desteklenmekteydi. Arkasında büyük bir halk desteği olduğunun propagandası yapılmaktaydı. Esad rejiminin neredeyse tek kurşun sıkmadan, ülkeyi HTS’ye bırakması uluslararsı bir uzlaşının sonucu olarak Rusya’ya kaçması tüm bu efsaneleri tuzla buz etmiştir.
Esad rejiminden antiemperyalizm efsaneleri türetenler, şimdi de arkasından ağlama merasimi düzenlemekte, bu merasimlere iştirak etmeyenleri emperyalizmin işbirlikçiliğiyle suçlamaktadır.
Esasen olan şey şuydu: Çürümüş bir cesete dönmüş olan Esad rejimi Rusya ve İran’ın desteği olmadan kağıttan kaplandan farksızdı.
İddia edildiği gibi Esad rejimi emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermekteydi. Kendi temsil ettiği sınıfın, dar bir zümrenin ayrıcalıklarını korumak için Rusya emperyalizminin ve bölgesel güç olan İran rejiminin piyonu olmak dışında hiçbir misyonu yoktu.
Bu yüzdendir ki, Rusya ve İran desteği çektiğinde, geride Esad rejimini savunacak bir kitle kalmamıştı. Kitleler savaşın ağır yıkımının getirdiği çaresizliğin içindeydiler ve Esad rejimini savunmaya değer görmediler.
2011’den bugüne yarım milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Ülkenin savaş öncesi 21 milyonluk nüfusunun yarısından fazlası mülteci olmak zorunda kaldı. Bütün bir nesil kırılıp yok edildi.
Sanayi, altyapı, tarım alanları, ekonomi komple çöktü.
Suriye farklı emperyalist güçler tarafından kontrol edilen bölgelere dönüştü.
Esad rejiminin hüküm sürdüğü bölgelerde, yaygın yolsuzluklar, işsizlik, açlık, devlet baskısı dışında bir şey yaşanmadı.
Sadece Rusya ve İran’ın askeri desteğiyle ayakta kalan Esad rejimi kendi halkının kanını emen zombileşmiş bir cesede dönüştü.
Askerlere ve devlet memurlarına maaş ödemekte zorlanılıyordu. Subaylar orduyu kişisel menfaatleri ve kendi kaprisleri doğrultusunda yönetmekteydi. Suriye ordusu, profesyonel bir ordudan çok lümpen çeteler gibi hareket eden bir yapıya evrilmişti.
Devlet görevlileri tüm kaynakları hız kesmeden yağmalamaktaydı. Suriye devleti, yolsuzluk ve yağmacılıkla özdeşlesen bir yapıya bürünmüştü.
Bir yandan savaşın ortasında açlık, yoksulluk, işsizlik sarmalında hayatta kalmaya çalışan geniş halk kesimleri bir yandan da yağma, talan , israf, yolsuzluk, şatafat içinde gezen Esad rejimi ve onun bürokratları ve generallerinden oluşan küçük bir zümre…
Yaşanan tablo tam da buydu. Bu tablonun çelişkileri Esad rejiminin toplumsal desteğini yerle bir etmişti.
Kitleler, 2011’den bugüne süren iç savaşın ardından elde edilen sonuçlara baktıklarında kutlanılacak, Esad rejimi için savaşılacak hiçbir şey bulamadılar.
Batı emperyalizminin Parlattığı HTŞ Kimdir?
Hamas’ı, Hizbullah’ı terörist olarak gören onlara destek veren ülkeleri de terör destekçisi olarak gören Batı emperyalizmin kendisidir.
Yine aynı Batı emperyalizmi HTŞ’yi parlatmakta, adeta Suriye’deki tek meşru güç olarak pazarlamaktadır.
Kendi ülkelerinde Filistin’e destek olan tüm hareketleri terör destekciliğiyle suçlayan batı emperyalizmi bugün kökleri IŞİD, El-Kaide’ye dayanan HTŞ’yi can siperhane şekilde güzellemekte onu parlatmaktadır.
Batı emperyalizmi için terörün tanımı basittir. Batı emperyalizminin çıkarlarına ters düşen her hareket ve her oluşum, Batı emperyalizminin çıkarlarıyla çatışma içinde olan her hükümete yakın olan organizasyonlar teröristtir. Bu denklem doğrultusunda Batı emperyalizmi bugün terörist olarak gördüğü bir örgütü yarın özgürlük savaşçısı olarak pekala pazarlayabilmektedir.
HTŞ’nin kökeni IŞİD ve El-Kaide’ye dayanmaktadır. IŞİD ile aralarındaki farklar taktiksel olmakla birlikte ilkesel ve ideolojik bakımdan esasa dair bir farklılığı yoktur.
HTŞ açıktan Siyonizmi desteklemekle birlikte, Siyonizmin gerek Suriye’deki varlığına gerekse de Ortadoğu’daki yayılmacılığına yönelik herhangi bir itirazı yoktur.
HTŞ, bugün ılımlı mesajlar vermektedir. Suriye halklarıyla bir sorunu olmadığı yönünde açıklamalar yapıp, Suriye’de barışı ve istikrarı sağlayacağı iddiasını öne sürmektedir.
HTŞ, diğer cihatçı örgütlerden farklı olarak diplomasi yapabilmekte, politika üretebilmekte, devlet yönetebilme aklıyla hareket edebilmektedir. HTŞ, siyonizmin, Türkiye’nin, ABD’nin çıkarlarının vekaletini üstlenmiştir. Bu güçler HTŞ’yi parlatarak buradan bir kurtuluş hikayesi yazmaktadırlar. HTŞ’ye Suriye’deki diğer cihatçı taşeronlarla birlikte hükümet kurdurmaya çalışmaktadırlar.
Batı emperyalizminin HTŞ’yi parlatması, HTŞ’nin ılımlı mesajları koca bir aldatmacadır.

HTŞ ve diğer tüm cihadist, İslamcı örgütlerin varlığı, Aleviler, Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler, Dürziler için soykırım tehlikesi anlamına gelmektedir.
HTŞ vb yapıların varlığı, Suriye’de mezhepsel, dinsel çatısmaların büyümesi derinleşmesi anlamına gelmektedir.
HTŞ vb yapıların varlığı, kadınlar, LGBTİQ+lar, köleleşme tehlikesinin canlı olması anlamına gelmektedir.
HTŞ vb yapıların varlığı Suriye’nin ve Ortadoğu’nun emperyalist güçler için yağma, talan alanı olarak faaliyetlerine devam etmesi anlamına gelmektedir.

ESAD’ın Düşüşüyle Kazananlar ve Kaybedenler

ESAD’ın düşüşüyle birlikte bu sürecin galipleri 2011’de savaşı başlatan ve büyüten güçler olmuştur. Cihatçı katil sürüleri, İsrail, ABD, Türkiye bu sürecin kazanan taraflarıdır.
İsrail kazanmıştır; çünkü Batı destekli Gazze ve Lübnan işgaleriyle İran’ın etkisini kırmakla birlikte, Ortadoğu’daki hakimiyet alanını genişletmiştir. Suriye’de de üstler kurarak Ortadoğu’da belirleyici bir güç haline gelmiştir.
ABD kazanmıştır; çünkü Rusya ve İran’ın güç kaybetmesiyle, Ortadoğu’daki eski gücünü tekrardan kazanma fırsatı yakalamıştır.
Erdoğan kazanmıştır; çünkü yıllarca besleyip büyüttüğü cihatçı katiller, yeni süreçte Suriye’nin şekillenmesinde asli unsur haline gelmiştir. Suriye’de işgal ettiği bölgelere kalıcı olarak yerleşme olanağına sahip olmakla birlikte, Rojava’yı daha güçlü bir şekilde kuşatma, işgal etme, etkisiz hale getirme fırsatları yakalamıştır.
Rusya, Esad rejimi, İran kaybedenler kulübünü oluşturmaktadır.
Rusya’nın Ortadoğu’da belirleyici bir emperyalist güç olma özelliğini yitirmiştir. Suriye’de üstlerinin kalması bu sürecin tesellisi olma dışında bir değeri yoktur.
Esad rejimi kaybetmiştir; çünkü 61 yıllık bir dönem tarih olmakla birlikte, geride etkili olabilecek politik bir güç bırakmamıştır.
İran ise Ortadoğu’daki nüfuz alanlarını bir bir kaybetmektedir. Batı emperyalizminin ambargolarının ve Siyonist saldırı tehlikeleri kuşatması altında zor bir döneme girmektedir.

Rojava’nın Durumu
Dört parçaya bölünmüş devletlerarası sömürge bir ülke olan Kürdistan’da ne zaman ulusal özgürlük namına en ufak bir ilerleme olsa sömürgeci ülkeler bunu büyük emperyalist güçlerin desteğiyle devlet terörü yöntemlerini kullanarak bastırmaktadır.
2012 yılında ulusal özgürlük yolunda önemli mevziler kazanan Rojava, o günden beri Türkiye’nin açık hedefi olmaktan kurtulamamaktadır.
ESAD’ın düşüşüyle birlikte Türkiye’nin Rojava’yı işgal etme iştahı tavan yapmıştır. ESAD’ın düşüşünden sonra Türkiye eş zamanlı olarak Rojava’nın bir kısmına doğru ilerlemektedir. Türkiye Esad rejiminin devrilişinin ilk gününden bugüne Rojava’nın işgal edilmesi, lav edilmesi hedefini yüksek sesle tekrarlamaktadır.
Türkiye geçtiğimiz haftalarda Tel Rıfat’ı ve son birkaç gün içinde Fırat’ın Batısında kalan Kürt yönetiminin kontrolündeki son şehir olan Menbiç’i ABD’nin hamiliğinde ele geçirmiştir.
Rojava’nın varlığı Erdoğan’ın emperyalist hedeflerinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Erdoğan Rojava’yı komple işgal edip, Kürtlerin tüm kazanımlarını lavedip, Kürt nüfusunu tehcir ve kırıma tutarak, Rojava’daki Kürt varlığını ve etkisine son vermeyi hedeflemektedir. Bu hedefini gercekleştirene kadar bu emellerinden vazgeçmeyecektir.
ABD ve Batı emperyalizmi 2013-16 yılları arasında Kürt savaşçıların direnişini yerlere göklere sığdıramamakla birlikte, Kürt milislere askeri, finansal destek sunmaktaydı.
ABD 2014’ten itibaren YPG’yi SDG (Suriye Demokratik Güçleri) adı altında örgütledi. Kürt yönetimi ABD’nin askeri desteği karşısında siyasi bağımsızlığından fedakarlıkta bulundu. ABD Kürtlere askeri finansal destek verirken, hiçbir zaman somut bir garantide bulunmadı. IŞİD’in 2018’de geri püskürtülmesi ve etkisini yitirmesinden sonra ABD aşamalı bir şekilde Kürtlere verdiği desteği çekmeye başladı. Türkiye’nin gerçekleştirdiği Afrin işgali ABD’nin onayıyla gerçekleşti.
ABD emperyalizmi için tek geçerli kural vardır, oda emperyalist paylaşımdan daha fazlasını akmaktır. Bunun için müttefikleri sahadaki dengelere göre değişkenlik göstermektedir. Suriye’de ki yeni konjonktürde Rus emperyalizminin hamiliğinde ayakta duran ESAD rejimi yoktur. ABD’nin Suriye’deki hareket alanını eskisi gibi kısıtlayan bir güç kalmamıştır. Rus emperyalizminden boşalan boşluğu İsrail Türkiye doldurmaktadır. Artık ABD’nin Suriye pastasından fazla pay alabilmek için Türk muttefiklerine ihtiyacı vardır.
Sadece ABD değil, Britanya, AB, İsrail’de söz konusu Kürtler olunca Erdoğan’dan yana tutum almaktadırlar. Bugün ne ABD ne AB ne de bölgedeki başka bir devlet Rojava’nın müttefiki ve dostu değildir.
Ezilen uluslar, sömürge, yarı sömürge ülkeler emperyalist haydutların pazarlıklarında her zaman piyon muamaelesi görürler. O yüzdendir ki; ne ABD-AB emperyalizmine ne Siyonizme ne de başka bir emperyalist güce hiçbir şekilde güvenilmez.
Bir asırdır Kürdistan’ın devletlerarası bir sömürge konumunda olmasının, bu ulusal esaret zincirinden kurtulamamasının ana nedenlerinden biriside Batı emperyalizminin kendisidir.
Rojava’nın özgürlüğü Suriye’nin, Ortadoğu’nun özgürlüğünden bağımsız değildir. Kürtlerin özgürlüğü ancak Erdoğan’ı ve Suriye’deki cihatçıları, emperyalist isgalcileri devirmek için verilecek enternasyonal devrimci mücadele ile mümkündür.
Kürt halkının kalıcı bağımsızlık ve gerçek özgürlüğe kavuşmasının tek yolu Sosyalist Ortadoğu Federasyonundan geçmektedir.