Metal müziğin doğuşunda ve gelişiminde işçi sınıfının belirleyici bir rolü vardır. Metal, temellerini 1960’ların sonları ve 1970’lerin başlarında, özellikle İngiltere’nin sanayi kentlerinde atmıştır. Bu bağlamda, işçi sınıfının yaşam koşulları, müzikteki sertlik, öfke ve isyan duygusunun ana kaynağı olmuştur.

Black Sabbath, genellikle heavy metalin öncüsü olarak kabul edilir ve grubun çıkış noktası İngiltere’nin sanayi kentlerinden Birmingham’dır. Black Sabbath üyeleri, özellikle Tony Iommi ve Geezer Butler, doğrudan işçi sınıfından gelen müzisyenlerdi. Iommi, çelik fabrikasında çalışırken geçirdiği bir iş kazasında iki parmağını kaybetmiş ve bu, onun gitar çalma stilini değiştirerek metal müziğin karakteristik ağır rifflerine katkıda bulunmuştur.

Birmingham, 20. yüzyıl ortalarında ağır sanayinin merkeziydi ve burada büyüyen işçi sınıfı gençleri, fabrikalardaki ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve gelecek kaygıları içinde yaşıyordu. Bu umutsuzluk ve yabancılaşma duygusu, Black Sabbath’ın sözlerinde ve müziğinde doğrudan yansıtıldı: karamsarlık, savaş karşıtlığı, toplumsal çöküş temaları metalin temel özelliklerinden biri haline geldi. Müzik sadece salt bir sanat dalı değildir, onun çok daha fazlasıdır. Müzik aynı zamanda kitlesel iletişim biçimi olma özelliğinide taşımaktadır. Özelikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 60’lı yılların sonlarına kadar müzik siyasetten ve toplumsal sorunlardan arındırıldığı bir dönemdi. Şarkı sözleri aşk, gökyüzü, doğa, yıldızlar, mutluluk gibi temalardan ibaretti. İşçi sınıfının kendisini müzik ile ifade etmeye başlamasıyla sanat alanındaki tüm dengelerde köklü şekilde değişmeye başlamıştı. İşçi Sınıfının kendisini müzik ile ifade etmeye başlaması adeta bu alanda bir devrime öncülük etmekteydi.

1970’ler ve 1980’ler boyunca, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki sanayisizleşme süreci, işçi sınıfının büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmasına neden oldu. İngiltere’de Margaret Thatcher’ın neoliberal politikaları, Amerika’da Reagan döneminin baskıcı ortamı, işçilerin işten çıkarılmasına ve sendikal hakların zayıflatılmasına yol açtı. Bu süreçte, Judas Priest, Iron Maiden, Motörhead gibi gruplar, işçi sınıfının öfkesini ve kaygılarını müziklerine taşıdı.

Özellikle Judas Priest ve Iron Maiden, işçi sınıfı gençlerinin umutsuzluk duygusunu anlatan şarkılar yaptı. “Breaking the Law” gibi şarkılar, ekonomik krizin tetiklediği işsizlik ve yoksulluk temalarını işlerken, Iron Maiden’ın “Run to the Hills” şarkısı, kapitalizmin sömürgeci geçmişine ve yerli halkların katledilmesine göndermede bulunuyordu.

1980’lerin başında, işçi sınıfının maruz kaldığı baskılar daha da arttığında, metal müzik de daha sert ve agresif bir hale geldi. Metallica, Slayer, Megadeth, Anthrax gibi thrash metal grupları, ekonomik krizleri, politik yozlaşmayı ve savaş karşıtlığını merkezine alan müzikler üretmeye başladı. Thrash metal, özellikle Reagan döneminin neoliberal politikalarına ve savaş politikalarına tepki olarak gelişti.

Megadeth’in “Peace Sells… But Who’s Buying?” albümü, kapitalizmin yıkıcı etkilerini ve işçi sınıfının maruz kaldığı sömürüyü sert bir dille ele alıyordu. Aynı şekilde Metallica’nın “Disposable Heroes” şarkısı, sistemin işçileri ve emekçi gençleri nasıl birer savaş malzemesi olarak gördüğünü anlatıyordu.

1990’lara gelindiğinde, özellikle ABD’de sanayinin çöküşüyle birlikte işçi sınıfı gençleri için istikrarlı bir gelecek ihtimali iyice zayıfladı. Bu süreçte, metal müzikten türeyen grunge hareketi ortaya çıktı. Nirvana, Alice in Chains ve Soundgarden gibi gruplar, işçi sınıfının yalnızlaşmasını, depresyonunu ve kapitalizmin yarattığı boşluk hissini yansıttı. Kurt Cobain gibi müzisyenler, işçi sınıfının kültürel dünyasından gelen isimlerdi ve şarkılarında işsizlik, umutsuzluk ve sistem karşıtı duygular ön plandaydı.

Metal müzik, işçi sınıfının öfkesini, hayal kırıklığını ve mücadele ruhunu taşıyan bir tür olarak gelişmiştir. Özellikle Black Sabbath’ın sanayi işçileri arasından çıkışı, Judas Priest ve Iron Maiden’ın işçi sınıfı gençlerinin sesi olması, thrash metalin kapitalizme karşı bir başkaldırı olarak yükselmesi, metal müziğin işçi sınıfıyla doğrudan ilişkili olduğunu gösterir.
Özellikle SSCB’nin kapitalizme entegre olmasıyla birlikte işçi hareketi içinde reformist, devrim iddialarını kaybetmiş sınıf uzlaşmacı eğilimler baskın bir hâle geldikçe metal ve rock müzik türlerinin poplasması sürecide beraberinde gelmiştir.

Herşeye rağmen bugün de işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesi sürdükçe, metal müzik bu öfkeyi ve başkaldırıyı ifade etmeye devam edecektir. Özellikle punk ve hardcore ile kesişen bazı alt türler, anti-kapitalist ve sınıfsal bilinci yüksek içerikler üretmeye devam ediyor. Metal, yalnızca bir müzik türü değil, aynı zamanda işçi sınıfının kapitalizme karşı bir çığlığı olarak doğmuştur bu çığlık herşeye rağmen varlığını sürdürüyor.