TÜRK-İŞ ile AKP arasında yapılan, 200.000 kamu işçisini ilgilendiren sözleşmede TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay’ın mikrofon kazasından sonra TÜRK-İŞ’in TİS tiyatrosu ve işçi sınıfına ihaneti su yüzüne çıkmıştır.
Bu olaydan sonra TÜRK-İŞ, Başkan Ergün Atalay ve 200.000 işçinin yaşamını ilgilendiren toplu sözleşme meşruiyet kaybı yaşamıştır. Gerek işçilerden gerekse de toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinden TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay’ı istifaya davet eden talepler çığ gibi büyümektedir.
Ergün Atalay mikrofon krizinden sonra iki kere TV karşısına çıkıp durumu kurtarmaya çalışsa da, konuştukça iyice batmıştır. Atalay’ın ilk açıklaması “özrü kabahatinden büyük” denilecek tarzdaydı.
Atalay açıklamasında KHK ile kadroya geçen taşeron işçilerin toplu sözleşme görüşmelerine dahil edilmemesi, belediye işçilerine ilave ödeme konusunun bir sonuca varmaması ve taşeron işçilerin kadroya alınmaması meselelerinin çözülmediğini ve bunları gündeme getirip konuyu değiştirmek istemediğini söyleyerek durumu izah etti.
Atalay’ın bu açıklaması en az mikrofon kazası kadar skandaldır. İş hayatında taşeron sorununu ve belediye işçilerinin taleplerini zaman kaybı olarak tanımlayıp kamu işçilerinin en güvencesiz kesimlerini sözleşme dışına itmekte hiçbir sakınca görmemektedir.
Atalay’ın bu özrü kabahatinden büyük tutumu sendikal bürokrasinin işçi sınıfının üstüne nasıl bir parazit olduğunu açıkça göstermektedir. Bu skandal açıklamadan sonrada üzerindeki tepkileri büyüten Ergün Atalay, yaşadığı itibar krizini sağ milliyetçi popülist söylemlerle atlatmaya çalıştı. Atalay’ın son açıklaması özetle şuydu:
“Ülkeyi satanlar, işçiyi satanlar, insanlara hakaret edenler, esas alçaklar onlardır. Bugüne kadar ne ülkemi ne mazlumu ne de işçiyi sattım. Bugüne kadar yüz kızartıcı bir şey yapmadım, yarın da yapmam ama bu ülkeye S-400 getirenlere de teşekkür ederim.”
(Şimdi S-400’ün konumuzla ne ilgisi vardı ki?)
Düzenin tüm kurumları ne zaman kitlelerin gözünde teşhir olsalar, itibar ve meşruiyet krizine girseler bunun üstesinden gelebilmek için vatan, millet edebiyatı yaparlar. Düzen kendi günahlarının üzerini hep bununla kapatır. Çünkü milliyetçi süslü laflar, egemenlerin çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi sunarlar; Bunun üzerinden sınıf körlüğü yaratmayı amaçlar.
Burjuvazinin küresel ölçekte işçi sınıfını yoluna getirmek için kullandığı ana unsur daima süslü milliyetçi söylemler olmuştur. Son yıllarda ekonomik krizin büyümesiyle birlikte işçi kitleler arasında bu boş lafların teshiri eskisi kadar fazla değildir. Çünkü yıllardır Erdoğan rejimi tarafından bu milliyetçi boşlar o kadar yaygın kullanılmıştır ki artık en sınıf bilincinden yoksun işçi bile bunu kavramıştır.
Şu an işçi kitlelerin esas sorunu ekonomik krizin getirdiği yıkımdır ve işçi boş laflar ile karnını doyuramaz. Erdoğan rejiminin 31 Mart seçimlerindeki “beka” söylemlerinin elinde patlaması bunun en açık kanıtıdır.
31 Mart seçim sürecinden sonra Patronsuz Dünya sayfalarında düzenin tüm kurumlarının meşruiyet krizi yaşadığını, tel tel döküldüğünü, ve bu sefer krizin teğet geçmeyeceğini ortaya koymuştuk. Tel tel dökülen Erdoğan rejiminin aygıtlarından olan TÜRK-İŞ de çürüyüp paslanıp dökülmektedir.
Sendika bürokratlarının aldığı maaşlar, sendikaların patronların ve devletin bir aygıtı oldup işçilere bir faydasının olmadığı görüşü geniş işçi yığınlarında tartışılmaya başlanmıştır.
Sosyalist hareket sendikal bürokrasiyi görmezden gelip ona karşı bir mücadele programı oluşturmadan meseleyi salt Ergün Atalay’ın şahsına indirgemekten öteye gidememiştir. Meselenin tamamını TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay’ın istifasına indirgemenin muhtemel en iyi sonucu tel tel dökülen sendika bürokrasisine temiz gömlek atmaktan öteye gitmeyecektir.
Ergün Atalay istifa da ettirilebilir, ihraç da edilebilir fakat onun yerine gelecek kişi aynı bürokratik düzenin devamı için yeni bir çarktan öteye geçemeyecektir. Çünkü bu talebi öne sürenlerin kalkış noktasının temelinde sendikal bürokrasinin ortadan kaldırılıp, proleter demokrasinin hakimiyet kurması gibi bir hedef sözkonusu değildir.
Toplumsal muhalefetin ve sosyalist hareketin ezici çoğunluğu mücadeleyi legalist, parlementerist bir şekilde yürütmektedir. Düzen sınırlarını geçen politik perspektiften tamamen kopmuşturlar. Sendikal bürokrasinin bu düzeyde gün yüzüne çıkıp tartışma konusu olduğu bu zamanda proleter devrimciler hangi perspektifle hangi taleplerle sürece dahil olmalı? İşçi sınıfına nasıl bir eylem programı sunmalıdır? Yazımızın devamında bu sorulara cevap arayacağız.
ACİL EYLEM PROGRAMI
İşçi Sınıfı Müdahil Olmadan Hiçbir Sorun Çözülemez!
Sendikal bürokrasiye karşı kamuoyu oluşturmak ve onları teşhir etmek önemlidir fakat bürokratlar dıştan gelen tepkileri umursamaz. İçten gelecek, sendikaların gerçek sahipleri işçilerin radikal eylemleri olmadan bu durumun değişmesi söz konusu değildir. Bunun içindir ki sosyalist hareketin sendikal bürokrasiye karşı yönelteceği her eleştiri ve eylem çağrısının işçi sınıfının içinde karşılığı olması gerekmektedir. Bunun için elde sihirli bir formül yoktur fakat bu hedefe ulaşmanın tek bir yolu vardır: Oda faaliyetlerin merkezine işçi sınıfını yerleştirmek.
Sendika Komitelerinden Bahsetmenin Tam Zamanıdır!
Emperyalist kapitalizm döneminde sendikalar ya proleter devrimin hizmetinde olacak ya da burjuva devletin ikincil aygıtı haline gelecektir. Bunun ortası yoktur. Mevcut sendikaların tamamı birkaç istisna dışında işçilerin mücadelesine engel olan, mücadeleyi işyeri düzeyine ve burjuvazinin belirlediği yasal prosedüre indirgeyen, patronların gardiyanlığını yapan bürokratik aygıtlardır.
Burjuva devletin işçileri kontrol etme aygıtına dönmüş bürokrasiye karşı mücadele patronlara ve sermaye devletine karşı mücadeleden bağımsız değildir. Kriz koşullarında işçi sınıfının radikal çözüm arayışlarına girme ihtimali yüksektir. Mücadele etmeye karar veren işçilerin hâla ilk başvurdukları yer sendikalardır. Olağanüstü bir kriz durumunda sendikal bürokrasi ile işçi sınıfının mücadeleci kesimlerinin karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Her geçen gün itibar ve güç kaybeden sendikal bürokrasiye karşı bir işçi hareketi için sendikaların içinde taban komiteleri kurup antibürokratik bir program dahilinde sendikal muhalefet platformlarını inşa etmekten tek çözümdür.
Bürokrasiye Karşı Acil Eylem İçin Sendika İşgali!
Tüm kurumları işleyemez noktaya gelen, meşruiyet ve yönetme krizi içinde olan Erdoğan rejiminin işçi sınıfını konrol aygıtı olan TÜRK-İŞ bürokrasisi de tel tel dökülmektedir. Mikrofon kriziyle işçiyi nasıl sattığı tescillenen TÜRK-İŞ bürokrasisi çırpındıkça batmakta, battıkça saldırganlaşmaktadır.
Ergün Atalay’ın istifa etmesi talebi yükseldikçe, TÜRK-İŞ bürokrasisi istifa talebini öne sürenleri terör örgütlerinin destekçisi olarak lanse etti. Bu talebi öne sürenlerin hiçbirinin işçi olmadığını iddia etti. Ergün Atalay bu şöylemiyle aslında “Beni ancak bu koltuktan işçiler indirebilir” demiş oldu. Tüm kirli çamaşırları ayyuka çıkan TÜRK-İŞ bürokrasisini kazıyacak süreci başlatmak için yapılabilecek tek şey vardır:
Kitlesel düzeyde TÜRK-İŞ binalarını işgal etme eylemleri düzenleyip, genel kurula gitmek. İmzalanan bu satış sözleşmesini tanımayarak işyeri işgalleri ve grevler örgütlemek.
Anti-Bürokratik Bir İşçi Hareketi İçin Talepler!
Sendikanın genel kurula gitmesi, yönetiminin değişmesi veya bürokrasinin görece demokratikleşmesi, bürokratik aygıtlara zarar vermez, sadece onu yumuşatır.
Metal Fırtına’dan sonra da bu tarz yumuşatmalar TÜRK-METAL içinde de yaşanmıştır. İşyerlerinde sandık kurularak ilk kez temsilciler seçildi. Fakat işçinin üzerindeki bu asalak bürokratik aygıt tüm varlığını sürdürmeye devam etti. O yüzdendir ki tüm talepler bürokrasinin ilgasına yönelik olmalıdır.
Bu amaç doğrultusunda talepleri şu şekilde sıralayabiliriz:
(1.) Sendikaların her kademesinde atama yöntemi kaldırılsın!
(2.) Tüm temsilcilikler ve yönetim işçilerin oyuyla seçilsin!
(3.) Seçilen yönetici ve temsilci gerek görüldüğünde görev süresi dolmadan geri çağrılabilsin!
(4.) Tüm toplu sözleşme taslakları işçilerin katılımıyla ve oylamasıyla hazırlansın!
(5.) TİS görüşmeleri tüm işçilerin izleyebileceği açık ve şeffaf hale getirilsin!
(6.) Sendikada istihdam edilecek tüm görevliler, işçilerin onayıyla gerçekleşsin!
(7.) Sendikaların tüm muhasebesi işçilere açık olsun, harcamalar işçilerin denetiminde yapılsın!
(8.) Bir sendika çalışanı sektörde çalışan işçi ortalamasından fazla ücret alamaz!
(9.) Sendikacılığın meslek olmasının önüne geçilmesi için; tabandan yeni kadro akışının sağlanması için tüm kademe yönetimlerde iki dönem sınırlaması getirilsin!
Trackbacks/Pingbacks