Giriş

Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi içinde debelenmektedir. Her gün yeni rekorlara imza atan işsizlik oranları, hızla artan hayat pahalılığı, dev gibi büyüyen yoksulluk, konut, enerji, gıda gibi temel yaşamsal ihtiyaçlara sürekli gelen rekor zamlar, rekor üstüne rekor kıran enflasyon emekçi kitlelerde ölümcül yıkımlara neden olmaktadır.

Var olan derin ekonomik krize paralel olarak Erdoğan rejiminin siyasal krizi de büyümektedir. Tüm devlet aygıtları işleyemez, dikiş tutmaz, tel tel dökülür vaziyettedir. Erdoğan rejimi içinde bulunduğu krizleri çözebilecek bir yetiye ve programa sahip değildir. Çözüm için atmış olduğu her adım yeni daha büyük sorunları beraberinde getirmektedir. Erdoğan rejiminin çürümüş ve
kokuşmuş bir cesetten farkı kalmamıştır. Yaşamına devam ettiği her gün emekçiler ve ezilenler için ölümcül yıkımlara sebep olmaktadır.

Erdoğan rejimini her geçen gün otoriterleşmekte vites yükseltmekte, tüm temel hak ve hürriyetleri rafa kaldırmakta, acımasız bir devlet terörü uygulayarak kendi varlığını sürdürmek için patinaj çekmektedir. Bir yandan da, ırkçılık, militarizm, Şovenizm, ataerki, homofobi, din fanatizmi gibi radikal gericilikleri yükselterek kendisine siyasal meşruiyet alanları açmaya çalışmaktadır. Erdoğan rejimini hâlâ ayakta tutan yegâne unsur, kendi becerisi değildir. Onun silik bir kopyası olan burjuva muhalefeti (Millet İttifakı) ve Erdoğan’ı devirme görevini millet ittifakına havale etmiş, emekçileri ve ezilenleri Millet İttifakına payanda etmiş Türkiye’deki sol, sosyalist hareketler ve toplumsal muhalefetin bileşenleridir. Türkiye’de burjuvazinin ölümcül rejim krizine paralel olarak emekçilerin ve ezilenlerin devrimci önderlik krizi tüm can alıcılığıyla kendisini var etmektedir. Erdoğan’ı ayakta tutan yegâne olgu burada hayat bulmaktadır. 2019 Belediye Seçimlerinden beri 2023’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri konuşulmakta, buna odaklanılmaktaydı.

2019 Belediye seçimlerinde HDP Batıda (Türkiye’de) aday çıkartmayarak Millet İttifakını destekledi. Bu sayede Erdoğan büyük şehirlerin yerel yönetimlerini önemli ölçüde kaybetmişti. Bu strateji Erdoğan’dan kurtulmanın sihirli formülü olarak görülmüş, 2019’dan beri 14 Mayıs 2023’te gerçekleşen seçimler gündemden düşmemiştir. Tüm siyasal stratejiler ve hedefler bu seçimler merkeze alınarak yapılmaktaydı. Ne zaman emekçilerin ve ezilenlerin fiili mücadelesi boy verse, burjuva muhalefetin kendisi ve kendisini ona payanda etmiş sol odakların yardımıyla mücadele pasifize edilmeye çalışılmıştır. Her zaman çözüm olarak sandık gösterilmişti. Sadece Erdoğan tarafından değil, burjuva muhalefeti tarafından da sokak hareketi kriminalize edilmektedir. Her türden sokak mücadelesinin Erdoğan’a yarayacağı vaazi uzun zamandır verilmekteydi. Özellikle son 2 yıldır gerek Türkiye siyasetinde, gerekse de emekçilerin ve ezilenlerin gündeminde 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri vardı. Seçimlerde kimin aday olacağı, kimin kiminle ittifak yapacağı, seçimlerde nasıl bir tutum alınması gerektiği tartışılmaktaydı. İktidarından muhalefetine, düzen cephesinden, kendisini düzene muhalif olarak tanımlayan kesimlere kadar koro halinde şunlar tekrarlandı: Bu seçimler çok önemlidir. Bu seçimlerle yüzüncü yılını dolduran Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına nasıl bir vizyonla girileceği belirlenecekti. Bu seçimler nefes alabilmek için son şanstı. Bu seçimler bir referandumdu ve bu referandumda demokrasi, diktatörlük, laiklik, şeriat oylanacaktı.

Uzun bir süre kazanabilecek en iyi adayın kim olacağı sorusuna cevap arandı. Sosyalist solun neredeyse tamamı, Kürt siyasi hareketi burjuva muhalefetinin adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu tüm gücüyle desteklemeyi, Erdoğan’a seçimi kaybetirmeyi toplumsal sorumluluk olarak, ulvi bir görev olarak tanımladı. Bu atmosferde 14 Mayıs seçimleri yapıldı. Erdoğan seçimleri ilk turda kazanamadı, seçimler ikinci tura kaldı. Fakat meclis çoğunluğunu Cumhur İttifakı kazandı. Türkiye tarihinin en sağcı meclis aritmetiği oluşmuş oldu. İkinci tura kalan seçimlerde, Kılıçdaroğlu, HDP ve solun oylarını çantada keklik olarak görmekte, Neo-Nazi partisi olan Zafer Partisi’nin ilk turdaki adayı Sinan Oğan’dan destek alabilmek için sağcılık ve milliyetçilik yarısında adeta Erdoğan’a düello ilan ederek ultra sağ popülist çıkışlarına jet hızıyla giriş yapmıştır. İkinci turu sağcılık ve gericilik yarışı şeklinde yürütmektedir.

Bu broşürümüz yalnızca seçim analizleri ve değerlendirmelerinden ibaret olmayacaktır. İçinde bulunduğumuz sürece dair bütünlüklü devrimci Marksist bir perspektif sunup, Enternasyonal Komünist devrimcilerin somut görevlerini tayin edip bir eylem programı oluşturmak ve bu eylem programını konunun muhatapları olan işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin en militan en mücadeleci kesimlerine ulaştırıp Enternasyonal Komünist İşçi Partisi inşası yolunda birlikte yol yürümeyi hedeflemekteyiz.

Genel Perspektifler
1- Erdoğan rejimine son verme sorunu ya hükümetin karşısına ayrı bir kutup olarak çıkan emekçilerin seferberliğiyle olur ya da hiç olmaz. Bunun nedeni şurada düğümlenmektedir: Küresel kapitalizmin yapısal krizinin sonucu olarak dünya çapında burjuva demokrasisi rafa kalkmakta, devletler hızla otoriterleşmekte, olası bir devrimci kabarışı engellemek için olağanüstü tedbirler almakta, kendi devlet aygıtlarını bu doğrultuda dizayn etmektedir. Küresel kapitalizm dünya ölçeğinde devletlerin baskı aygıtlarını güçlendirmekle yetinmemekte, buna paralel olarak toplumsal rıza üretebilme yetisini güçlendirmek için, ırkçılık, şovenizm, yabancı düşmanlığı, dinci fanatizm, ataerki, homofobi gibi tüm gerici ideolojileri tüm olanaklarını seferber ederek güçlendirmektedir. Dünyanın dört bir yanında Bonapartist ögeler taşıyan, aşırı sağcı popülist iktidarların mantar gibi türemeleri tam da bu iklimin ürünüdür. Erdoğan da bu iklimin organik mahsulüdür. Kapitalizmin yapısal kriz yaşadığı, dikiş tutmadığı, tel tel döküldüğü, burjuva demokrasisinin rafa kalktığı bu dönemde seçimle gelenin seçimle gittiği çağ kapanmıştır. Diktatörlüklerin, aşırı sağcı popülist iktidarların seçimle gitmesinin yolu dahi, düzen sınırlarına sığmayan emekçilerin militan mücadelesini düzen sınırları içinde tutmak için kitlelerin önüne sandık koyarak ancak mümkün olmaktadır. Salt seçimle bir diktatörlüğün son bulması küf tutmuş pembe liberal hayallerden başka bir şey değildir. Bu noktada Erdoğan rejiminin son bulması bir devrim sorunudur. Çünkü rejimin içinde bulunduğu krizin getirdiği her sorunun düğümlendiği nokta demokratik anayasadır. Türkiye burjuvazisi yeni bir anayasa yapabilme yetisine sahip değildir. Yapabileceği en ileri atılım yamalı bohçaya dönmüş 12 Eylül anayasasına yeni yamalar dikip bunu demokratik anayasa diye pazarlamaktır.

Türkiye burjuvazisi iki nedenden dolayı demokratik bir anayasa yapamaz:

Birinci nedeni: Burjuvazi yaklaşık 1,5 asır önce tüm ilerici barutunu kaybetmiştir. Demokratik bir anayasa yapılma sorunu, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerine dokunma sorunu da beraberinde getirmektedir. Burjuva mülkiyete ve burjuva devlete dokunmanın başladığı yerde burjuva demokrasisi biter, burjuva diktatörlüğünün zor aygıtları devreye girer. Demokratik anayasa yapabilme kudretine sahip yegâne güç işçi sınıfıdır. Ancak işçi sınıfının iktidarı altında demokratik bir rejim kurulabilir. Bu durum da bir devrim sorunudur.

İkinci neden ise şudur: 12 Eylül anayasası, sadece yamalı bohçaya dönmüş bir anayasa olma özelliği taşımamaktadır. 12 Eylül anayasası Türk sermaye devletinin tüm genetik kodlarının cisimleşmiş hâlidir. Bu anayasanın komple ortadan kaldırılması demek Türk sermaye devletinin ortadan kaldırılması demektir. Türk sermaye devletinin harcı katliamlar, etnik temizlikler, soykırımlarla karılmıştır. Ezen ulus şovenizmine dayalı, cinsiyetçi, mezhepçi, ırkçı, homofobik, kanlı katı bir burjuva diktatörlüğüdür. Temel ideolojisi Türk üstünlükçülüğüne dayanır, dini Sünni İslamdır, cinsiyeti Erkektir, cinsel yönelimi hetoroseksüeldir. Bu kalıplara uymayan her kesim potansiyel bir düşmandır. 12 Eylül anayasasının tarihin çöplüğüne atılıp demokratik bir anayasa yapma sorunu, burjuva devletin varlığını ortadan kaldırma sorunudur. Bu görevi de ancak işçi sınıfı gerçekleştirebilir. Bu görevin yöntemi proleter devrimdir, aracı da devrimci partidir.

2- Millet İttifakının Erdoğan’ı gönderme ve Türkiye’yi Başkanlık rejiminden çıkartma kapasitesi yoktur. Çünkü Millet İttifakı Erdoğan’ın hasmı değildir, Erdoğan’ın rakibidir. Birbirine benzemez burjuva partilerin ittifakı olmakla birlikte, birliktelikleri burjuva çıkarlar ve menfaatler ekseninde şekillenmiştir. Emekçilerin ve ezilenlerin ayrı bir özne olarak sözünü ve eylemini gerçekleştirmesinden en az Cumhur İttifakı kadar korkmaktadır. Millet İttifakı emekçilerin ve ezilenlerin ağzına bant vurup, eline koluna zincir vurup, kendilerini kurtarıcı olarak beklemesini İstemektedir. Millet İttifakı Erdoğan’ın seçim hilelerine, mızıkçılığına, maçın ortasında oyunun kurallarını değiştirmesine itiraz edebilme basiretine sahip değildir. Millet İttifakı Erdoğan’ın silik bir kopyasıdır, Erdoğansız Erdoğan rejimini çözüm olarak sunmak dışında bir vizyonu yoktur. Başkanlık rejimiyle ciddi bir çelişkiye sahip değildir.

3- Başkanlık rejimi Türkiye kapitalizminin içinde bulunduğu rejim krizi ve tüm çelişkilerinin demokratik ve parlamenter araçlarla yönetememesi sonucunda başvurulan bir siyasal araç olarak ortaya çıkmıştır. Fakat Türkiye kapitalizminin çözmeye çalıştığı her sorun yeni daha büyük içinden çıkılmaz krizleri de beraberinde getirmektedir. Başkanlık rejimi Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarını çözememekle birlikte daha da derinleştirmiştir. Millet ittifakı bu sorunu çözebilme yetisine sahip değildir. Millet İttifakı Başkanlık sistemini ortadan kaldırmak değil, onu restore ederek burjuva devlet aygıtlarının randımanlı çalışmasını hedeflemektedir. Hukuk ve liyakat vurgusunu merkezine almasının nedeni de budur. Çünkü Millet İttifakı daha geniş bir koalisyona oturmuş rejimin hukuksal kurallar sistematiği içinde çalışmasını hedeflemektedir.

İşçi sınıfı dışında hiçbir toplumsal sınıf Başkanlık rejimiyle uzlaşmaz çelişkilere sahip değildir. Burjuva muhalefetinin Erdoğan rejimiyle radikal bir hesaplaşmaya girememesinin nedeni budur. Başkanlık sistemiyle, Sarayla barış içinde bir arada yaşayamayacak tek sınıf işçi sınıfıdır. Emekçilerin ve ezilenlerin dışında Erdoğan rejimine karşı müttefik arayanlar sarayın ve onun silik kopyası olan Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı arasında gerçekleşen sağcılık milliyetçilik düellosunda kapana kısılmaya, İdeolojik intiharını gerçekleştirmeye mahkumdur.

4- Erdoğan’ı gönderme görevini Millet İttifakına havale edenler, Erdoğan’ı zayıflatmak için Millet İttifakının kuyruğunda sıraya girmek, tüm stratejilerini Millet İttifakını güçlendirmek, Erdoğan’ı geriletmek üzerinden kuranlar Erdoğan’ı değil solu geriletir.
Çünkü bu anlayış söz ve eylemsizliği beraberinde getirir. Emekçileri ezilenleri tüm toplumsal muhalefeti mücadelenin öznesi yapmaktan alıp, Millet İttifakının sadık seçmeni hâline getirir. Emekçilerin, ezilenlerinin, toplumsal muhalefetin, solun sözsüz ve eylemsiz kaldığı yerde, milliyetçilik, sağcılık düellosu başlar. Emekçilerin, ezilenlerinin, solun bağımsız bir eylem hattı öznesinin altına mayınlar döşenir.
Bu strateji ölmüş, ıskartaya çıkmış parlamentarizmi geri getirmek, bu görevi de Millet İttifakına havale edip, onun sadık bir destekçisi olmayı gerekli kılmaktadır. Bu durumun kaçınılmaz sonucu şudur: ütopyasızlık yani siyasal olarak hedefsiz kalmak liberal kaynaşma içinde erimektir.

Kıblesi parlamento olanın peygamberi Bay Kemal, Tanrısı da burjuvazi olur.

5- Başkanlık rejiminin inşası Erdoğan’ın çok güçlü olduğunu göstermez. Tam aksine zayıflamanın ve güçsüzleşmenin bir ifadesidir. Aynı şekilde Başkanlık rejimi biçimsel olarak tek adam rejimi de olsa, sürekli genişleyen koalisyonlar bütünüdür.

Erdoğan 2015 yılına kadar, kimseyle ittifak kurmadan, kimseden destek beklemeden tek başına %50’nin üzerine rahatça çıkabilmekteydi. 2015 7 Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan’ın gücü zayıflamaya başlamış fiili olarak tek başına iktidarı ortadan kalkmıştır. Erdoğan bu süreci Kürtlere yönelik sömürgeci imha savaşının startını vererek aşmıştır. O günden beri MHP’ye olan bağlılığı artmış, MHP’nin ideolojik hegemonyası altına girmiştir. Gerek bürokrasi de gerekse de devlet içinde tüm stratejik noktaları MHP kadrolarına açmak zorunda kalmıştır. O günden beri AKP-MHP savaş hükümeti iktidardadır. Erdoğan MHP desteğine rağmen toplumsal desteği erimekle birlikte eski günlerine bir daha gelemez durumdadır. Eriyen toplumsal desteğinin imdadına yetişecek seçim sistemleri geliştirmektedir. Neredeyse her seçime yeni bir seçim sistemiyle girilmiştir. Önce ittifaklar sistemi geldi, MHP’nin düşen oylarına derman olmak için seçim barajı %7’ye düşürüldü. Her şeye rağmen bu durum da Erdoğan’ı %50’lerin üzerine çıkartamaz hâle getirdi. İrili ufaklı tüm faşist, İslamcı, cihatçı partilere ittifak yapmak, onların taleplerini karşılamak zorunda kalındı. Erdoğan iktidarda kalabilmek için sürekli olarak iktidarını birileriyle paylaşmak zorunda kalmaktadır. Elindeki tüm devlet imkanları ve seçim hilelerine rağmen seçimlerin ikinci tura kalmasına mani olamamıştır. Erdoğan iktidarı dikiş tutmayan, kendi içinde sürekli klikler kavgaları yaşamakla birlikte kendi iç çelişkilerinin derinleşmesine zemin hazırlamaktadır. Erdoğan rejimi siyasal, ekonomik krizler içinde boğulmaya mahkumdur. Erdoğan’ı ayakta tutan yegâne güç onun silik kopyası olan, basiretsiz burjuva muhalefet ve Millet İttifakının kuyruğunda hizaya giren, emekçileri ezilenleri Millet İttifakına payanda yapan toplumsal muhalefetin bizzat kendisidir. Erdoğan’ı iktidarda tutan ana unsur emekçilerin ezilenlerinin devrimci önderlik krizidir. Bu kriz aşılmadan çürümüş bir cesede dönmüş Erdoğan rejimi emekçilerin ve ezilenlerin hayatını cehenneme çevirmeye devam edecektir.

6- Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, enflasyon, devlet baskısı, deprem tek başına kitlelerinin harekete geçmesine ve sola yönelmesine neden olmaz.
Egemen sınıfların fikirleri, tüm toplumun fikirleridir. Bu durum ancak devrimci durum dönemlerinde, büyük devrimci kabarışlar döneminde değişikliğe uğrar. Uzun zamandır, burjuva muhalefet eylem yapmayı, sokağa çıkmayı en az iktidar kadar kriminalize etmektedir. İktidar bu durumu terörle yaftalamakta, muhalefet ise AKP’nin işine yarayacak olgular olarak yaftalamakta, emekçilere ve ezilenlere seçimi beklemeyi vaaz etmektedir.

Millet ittifakının kuyruğuna takılmış sol odaklar da bu koroya ama doğrudan ama dolaylı yoldan katılmaktadır. Emekçilerin ve ezilenlerin bağımsız bir özne olarak sözünü söylemediği, eylem yapmadığı bir koşulda, sağcı gerici fikirlerin toplumun üzerine karabasan gibi çökmesi kaçınılmazdır. Bu koşullarda tüm hoşnutsuzluk sağcı bir iktidara karşı sağcı argümanlarla muhalefet etmeyi, tepkinin bu eksende gelişmesinin zeminini hazırlamaktadır. Tam da bu koşullarda aşırı sağcı, gerici faşist ideolojinin nüfuz alanının hiç olmadığı kadar gelişmesine olanak doğar. Bugün %1.5 oyu olan Neo Nazi Zafer Partisi’nin ikinci tur seçimlerinde kilit role gelmesinin nedeni burada yatmaktadır.

7- Düzen muhalefetinin siyasal programının başlığında “Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim” yazmaktadır. Bunun da ancak parlamenter yollarla sağlanacağı, başka hiçbir şeye gerek olmadığı, bunun dışında yapılan her şeyin bu kutsal amacı sekteye uğratacağı düzen muhalefeti tarafından sürekli iddia edildi. Konuyu tersten ele alacak olursak eğer, madem güçlendirilmiş parlamenter rejimi, parlamenter yollarla geri getirmek mümkün o hâlde niye parlamenter rejim parlamenter yollarla korunamadı?

Nedeni çok basittir, başkanlık rejiminin burjuvaziye getirdiği avantajlar ve burjuvazinin bu sistem üzerinde mutabakata varmasıydı. Fakat bu sistem sağlam temeller üzerine oturmadığı için restorasyona ve yeniden yapılandırılmaya ihtiyacı vardır. Millet ittifakının önerdiği ve tüm toplumu bu hedefe yöneltmesinin ana nedeni burjuvazinin iyi işleyen başkanlık sistemine olan ihtiyacıdır. Millet ittifakının “Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim” projesi iyi işleyen, kurumsallaşmış mekanizmalara sahip olan Erdoğansız Erdoğan rejiminden farklı bir şey değildir.
Burjuva demokrasisinin ufku da bundan ibarettir.

8- Millet İttifakının demokrasi ve Başkanlık rejimine karşı mücadele programı ortadadır. Emekçileri, ezilenleri millet ittifakına payanda yapılarak oluşturulan demokrasi cephesi, birleşik cephe, bağrına taş basarak “faşizmi” geriletme stratejilerinin sonuçları ortadadır. Emekçileri ezilenleri iki sağcı bloğun kapanına kıstırmaktır.
Her sınıfın demokrasi mücadelesi programı, araçları ve yöntemleri farklıdır. İşçi sınıfının yöntemi sınıf savaşıdır. Demokrasi anlayışı Şura, Konsey, Sovyet gibi öz yönetim organları üzerinden yükselen iktidardır. Bu mücadeleyi burjuvaziyle ittifaklar yaparak değil, kendi örgütleriyle (parti, komite, konsey, sendika vs) verir. İşçi sınıfının demokrasiyi koruma, geliştirme mücadelesini burjuva demokrasisin araçlarına sadakat yeminlerinde bulunarak vermez.

İşçi sınıfı demokrasiyi, burjuva demokrasisini ve burjuvazinin tüm aygıtlarını yıkıp, tüm ayrıcalıkları ve ezme-ezilme ilişkilerine son verecek olan proleter demokrasiyi kurmayı hedefleyen bir eylem programıyla savunabilir.

9- Başkanlık sistemi karaya vuran, yapısal krizler içinde boğulan, korumacı tedbirlerde vites yükselten, burjuva demokrasisini hızla imha etme sürecine giren küresel kapitalizmin Türkiye öznelliğinde vücut bulmuş halidir. Emekçilerin ve ezilenlerin safında siyaset yapan, çözüm önerileri ve siyasal programı burjuva devletin hudutlu dünyasının tellerini aşmayan, her siyasal proje, her örgütlenme daha baştan yenilgiye mahkumdur.
İşçi sınıfının mücadelesi, programı, partisi ve tüm teşkilatları ya enternasyonalist olacaktır ya da karikatür olacaktır.

10- Bugün Erdoğan rejimine ve kapitalizme karşı mücadele etmenin ayrılmaz köşe taşlarından birisi de işçi hareketinin içindeki reformist, oportünist ve sekter akımlara karşı durmak bilmeyen siyasal mücadele yürütmekten geçer. Bugün Türkiye solunda çok yaygın ve etkili bir oportünizm mevcuttur. Özellikle 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte tüm çıplaklığıyla boy vermiştir. Kendisini düzen muhalefetinin hedeflerine ve yöntemlerine tamamen uyarlayıp, düzen muhalefetinin gönüllü ateşli amigosu olma eğilimi nirvanaya ulaşmıştır. Bu durum işçi hareketini ve sosyalist hareketi felce uğratmaktadır.

Diğer anlayış ise burjuva demokrasisi, seçimler vs üzerine Marksist genel doğruları tekrarlayıp, somut bir eylem programı ortaya koymayan, son tahlilde pasifizmin teorisini yapan sol komünist reflekslere sahip olan sekter akımlardır. Bu akımlar liberal kaynaşma ve reformist tasfiyecilik karşısında ultra sol çıkışlara sahip olsalar da somut bir eylem programı ortaya koymaktan kaçtıkları için gerek sosyalist hareket içinde gerekse de işçi sınıfı hareketi içinde reformist tasfiyeci akımlara benzer etki yaratmakla birlikte, almış oldukları tutum sol lafazanlığı aşmamaktadır. Bu akımlarla ideolojik hesaplaşma içine girmek, maskelerini düşürmek devrimci partinin inşası yolunda olmazsa olmaz bir görevdir.

Seçimin Kazananları ve Kaybedenleri (1. Tur)

11- “Bu seçim hayatımızın en önemli seçimi, belki de son demokratik seçimimiz olacak, çocuklarımızın geleceği bu seçime bağlı, nefes almak için bu seçimlerde Erdoğan’a karşı olan tüm kesimler tek aday altında toplanmalı, Cumhuriyetin 100. yılında nasıl bir iktidarla gireceğimiz, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek” gibi söylemleri neredeyse 2 yıldır her gün duymaktayız.
Bu zaman diliminde “Bu seçim çok önemli” ile başlayan ve bu anlama gelen her söylem, her mesaj radikal parlamentarizm propagandası olarak vücut buldu. Parlamenter yöntemler ve seçimleri beklemeden yapılacak her eylem söylenecek her söz Erdoğan’ın işine yarayacağı propagandası yaklaşık 2 yıldır günde 5 vakit okunan dua gibi tekrarlandı. Düzen muhalefetinin okuduğu parlamentarizm duası o kadar etkili oldu ki, düzeni yıkma hedefi olan odakları dahi bu duayı günde 5 vakit okuyan müezzinlere çevirdi. Tüm bu propagandanın sonucu olarak seçimlere rekor düzeyde katılımın gerçekleşmesine neden oldu. Bu seçimin ana kazananı parlamentarizm oldu. Tüm seçim süreci burjuva demokrasisinin kurumlarına ve burjuva devletin kutsallığına yönelik en kitlesel sadakat yemini ayinine dönüştü. Bu ayinde kimler yoktu ki, islamcısından liberaline, muhafazakar sağın tüm renklerine, Kemalistinden, seküler ulusalcısına, faşistlerden, Neo-Nazilere, sosyal demokratlardan, sosyalist solun ezici çoğunluğunun renklerine, Kürt siyasi hareketine varıncaya dek en geniş yelpaze oluşmuştu. Bu seçimin kazananı liberal kaynaşmacılık ve tasfiyecilik oldu.

12- İlk turun kazananlarını ve kaybedenlerini belirleyebilmek için yalnızca seçim sonuçlarının matematiksel verileri yeterli olmamaktadır. Kimilerinin oyları yükseldiği hâlde kaybedenlerde yer aldı. Kimileri oyları düştüğü halde kazanan oldu. Kimileri %1-2 oy alamayacak haldeyken ittifaklar sayesinde hatrı sayılır milletvekilikleri kazandılar. Kimileri barajı aşamadığı, meclise hiç giremediği hâlde oyları %1,5 geçmemesine rağmen ikinci turun kilidini kaparak kazanan oldu. Bu karmaşanın nedeni Erdoğan’ın getirmiş olduğu ucube seçim sistemi olmakla birlikte, CHP, Yeşil Sol Parti, TİP’in izlediği seçim stratejisi olmuştur.

13- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu şu şekilde sonuçlanmıştır:

Erdoğan %49.36
Kılıçdaroğlu %44.99
Sinan Oğan %5.21

Bu aritmetikte Erdoğan ilk kez ikinci tura kalarak kaybetmiş, Kılıçdaroğlu ise ilk turda ilk kez yenilmeyerek kazanmış, Sinan Oğan’ın ise etkisiz bir oy alarak silinmiş olması gerekirdi. Fakat süreç tam tersi yönde işledi. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısında yer alan tüm adayların seçimi kazanmasının ana stratejisi, seçimin ikinci tura kalmasını sağlayarak, ikinci turda ezici bir yenilgi yaşatmaktı. Erdoğan’ın ikinci tura dair hiçbir planı yoktu. Bu seçimde Kılıçdaroğlu’nun kapmayasının sloganlarından birisi de “ilk turda bitirelim” idi. Kılıçdaroğlu ilk turda alabileceği en yüksek oyu almıştı. Fakat bu oy miktarı seçimin ikinci tura kalmasına engel olamadı. Bu süreç onu çok zor bir denklem içine sokmuştu. Bu denklem şöyleydi: Hem kazanabileceğinin umudunu yayması gerekiyordu, hem HDP seçmeninden aldığı oyu koruması gerekiyordu, hem de aşırı sağcı seçmenin oylarını kazanması gerekiyordu. Kılıçdaroğlu kurtulması zor olan bir kapana kısılmıştı. Erdoğan için durum daha kolaydı. Mevcut oylarını koruyup, 1 puan oylarını yükseltmesi ve ilk turda kendisine oy vermeyen aşırı sağcı seçmenin oylarının küçük bir kısmını alması yeterli olacaktı. Seçimin ikinci tura kalması, Erdoğan için şöyle bir avantaj yaratmaktaydı: Uluslararası kamuoyunda oluşan otoriter diktatör imajının bir nebze silinmesine, kendisinin başa baş giden bir seçimde demokratik yollarla yeniden iktidarı kazanan lider havasını vermesine yol açmaktaydı.

Seçimin ilk turunda %5.21 oyla elenen Sinan Oğan, ikinci turun kaderini belirleyecek bir rolü eline almıştı. İkinci turda destekleyeceği adaya, kendi seçmeninin yarısını konsolide etmesi seçimin denklemini çözmesi için yeterli olacaktı. Sinan Oğan kimseye bedavadan destek sunmayacağını, Bakanlık vb mevkileri ona kim verirse tercihini o yönde kullanacağını açıkladı. Önce Kılıçdaroğlu sonra Erdoğan onla uzun pazarlıklar gerçekleştirdi. Sinan Oğan tercihini Erdoğan’dan yana kullandı. Kılıçdaroğlu Sinan Oğan’ın seçmenini kazanmak için olabildiğince sert milliyetçi, sağ popülist söylemlerle ikinci tura girdi. Sağcılık düellosu şeklinde geçen ikinci tur seçimleri Erdoğan’ın elini daha fazla güçlendirdi. Bu durumda oyları düşen Erdoğan ve en az oy alan Sinan Oğan kazanan tarafta yer aldı. Oyları yükselen Kılıçdaroğlu ise kaybeden, kaybetmeye yakın tarafta geçti.

14- Seçimlerin meclis ayağındaki tablo vahim düzeydedir:

Cumhur İttifakı 321 milletvekili
Millet İttifakı 213 milletvekili
Emek ve özgürlük ittifakı 66 milletvekili

Türkiye tarihinin en sağcı ve gerici meclislerinden biriyle karşı karşıyayız. Kadınları sahiplendirme yasası çıkartacağını vaat eden cihatçı terör örgütü Hizbullah’ın yasal partisi HÜDA-PAR ‘dan İslamcı düz dünyacı Yeniden Refah Partisi’ne, faşist MHP’ye varıncaya dek aşırı sağcı bir ittifak çoğunluğu ele geçirmiştir.
AKP’nin oyları ilk kez seçime girdiği 2002 yılındaki oranlara kadar geriledi (%34.28)
Fakat AKP’den kopan oylar Cumhur İttifakı içindeki irili ufaklı İslamcı, cihatçı, faşist partilere gitmiştir. AKP’nin kurduğu sağ koalisyon genişledikçe, sağın tabanını kendi etrafında konsolide ettikçe oyları düşse de meclis çoğunluğunu kazanan yine kendisi olmuştur. Bu durum AKP’yi sağın diğer partilerine olan bağımlılığını artırmakta, iktidarını daha geniş kesimlerle paylaşmak zorunda bırakmaktadır.

2018 seçimlerine göre oyları 2.3 milyon artan CHP’nin sandalye sayılarına bu oranlar yansıtmamaktadır. Kendi listelerinden seçime giren, seçim boyunca sahada çalışma yürütmeyen eski AKP artığı %1-2 oyu olmayan partilere 35 vekillik dağıtmıştır. (Deva Partisi 15, Gelecek Partisi 10, Saadet Partisi 9)
Bu durum CHP tabanında da ciddi tepkilere yol açmakta, tarikat şeyhleri tarafından da dalga geçilen bir konu olmuştur. CHP oyları yükselirken parlamentodaki sandalye sayısı düşen eşine benzerine rastlanması güç olan trajikomik bir durum içindedir.
Seçimin hem kazananı hem de kendi ittifakına, cumhurbaşkanı adayına kaybettiren iyi parti olmuştur. Başından beri Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı olan, 6’lı masadan ayrılıp sonra tekrar gelen Meral Akşener ve partisi İyip yalnızca milletvekilliği seçimlerine odaklanarak, kendi tabanına dahi Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermek için konsolide etme çabası içine girmemiştir. Millet ittifakında yer almayan Yeşil Sol Parti, TİP ve Sosyalist Güç Birliği ittifakındaki partiler, seçim çalışması yürütürken “bir oy Kemal Kılıçdaroğlu’na bir oy bize” şeklinde kampanya yürütmüşlerdir. İYİP’in böyle bir çalışması hiç olmamıştır. Millet İttifakıyla parlamentoya giren İYİP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesiyle “biz dedik Kılıçdaroğlu kazanamaz” türküsünü mırıldanmaya başladı. İlerleyen günlerde daha da yüksek sesle bu türküyü okuyup, ittifaktan ayrılma, ittifakı dağıtma faaliyetlerine başlayacaktır. Çünkü Millet İttifakı birbirine benzemezler topluluğudur. Bir araya gelişleri, ilkesel birlikten çok burjuva çıkar ve siyasi ikballer doğrultusundadır. Doğası gereği birliktelikleri burjuva rekabete dayanır. Millet ittifakının dağılması, kan kaybetmesi kaçınılmazdır. Bu denklemde İYİP parti olarak kazananlar listesinde yer almakla birlikte, ittifakına ve kendi cumhurbaşkanı adayına kaybettiren olmuştur.
Seçimin en fazla kan kaybedeni Emek ve Özgürlük İttifakı olmuştur. %12 oy oranına sahip olan HDP bu seçimde %8’lere gerilemiştir. 80 milletvekilliğini gören HDP 62’ye düşmüştür. Aynı şekilde bir önceki dönemde HDP listelerinden meclise giren, mecliste 4 vekili olan TİP, bu seçimlere ayrı listeyle girerek %3 barajı ve 20 vekil kazanma hedefiyle girmiştir. Her ne kadar TİP bir yenilgi yaşadığını kabul etmese de sonucu hüsran olmuştur. TİP %1.5 kadar oy alarak meclise 4 vekil sokabildi.

Emek ve özgürlük ittifakını büyük bir hezimete sokan ana unsur ne düşen oylardır ne de parlamentoda azalan sandalye sayısıdır. En büyük hezimeti Cumhurbaşkanlığı seçiminde izlediği seçim stratejisi olmuştur. Bu politikanın sonuçları şunlardır:

Kendi bağımsız adayı ve kendi program ve talepleriyle ayrı bir kutup olarak seçime girmek yerine, Millet İttifakının adayını destekleyerek Erdoğan’ı yenme taktiği tarihsel bir hezimete uğramıştır. Kazandıracağı söylenen bu taktik; emekçileri ve ezilenleri söz ve eylemsizliğe mahkum etmiştir. Fiili meşru mücadele fikri boğuldu, toplumsal muhalefet millet ittifakının sadık seçmeni hâline geldi. Her yerde oy kaybedildi. Seçimin sağcılık düellosu şeklinde geçmesinin nesnel zemini sağlandı. TİP’in ayrı listeden seçime girme ısrarı Emek ve Özgürlük İttifakını fiili olarak dağıtmış oldu. Seçimin ikinci tura kalmasını sağlayan, ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun faşist Zafer Partisi ile yaptığı mutabakata rağmen Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a en yüksek fark attığı yerler Kürdistan kentleri olmuştur. Bu durum AKP’ye şunu göstermiştir: ”Kürtlerin desteği olmadan da seçimleri kazanmak mümkün, o hâlde Kürtlerden destek almak için özel politikalar üretmeme gerek yok. Sömürgeci imha savaşına tam gaz devam edebilirim. Bunun karşısında duran herkesi terörist ilan edip cezalandırabilirim. CHP de bu duruma ses çıkartamaz. Böylece bir daha Kürtlerden böyle koşulsuz destek alamaz.”

Toparlarsak eğer, Cumhur İttifakından kurtulmak için emekçileri düzen muhalefetinin seçim otobüsünün arkasına takan liberal kaynaşmacı hesaplar tutmamakla birlikte, emekçilerin, ezilenlerin, kadınların, LGBTİQ+ların, Kürtlerin esaret zincirinin katmerlenmesine yol açmıştır.