Bu yazı, Patronsuz Dünya’nın ‘’Kızıl Üniversite Programı’’nın 26 Ağustos 2024 tarihinde gerçekleşen üçüncü konferansının özet niteliğini taşımaktadır.

Bugüne kadar Marksizm kadar saldırıya uğramış, sürekli olarak bittiği ilan edilmiş, hakkında dezenformasyonlar ve karşı propagandalar üretilen bir ideoloji daha yoktur. Burjuvazi, sürekli olarak Marksizmi “öldürme” ve hurafeler türetme ihtiyacı hissetmektedir. Öyle ki, CHP’nin kent lokantalarında bile Marksizm arayışı ortaya çıkmaktadır. Buradan şu sonuç çıkar: Burjuvazi ne kadar Marksizmin öldüğünü iddia ederse etsin, mevcut sistemin ve işçi sınıfının varlığı bu “hayaleti” diri tutmaktadır. Bunun bilincinde oldukları için, karşı ideolojik saldırılardan asla taviz vermemektedirler. Aynı durum Troçkizm için de geçerlidir. Gerek burjuvazinin saflarında yer alanlar, gerekse de sol saflarda, ezilenlerin safında olduğunu iddia edenler tarafından Marksizme yönelik saldırılar, benzer şekilde Troçkizme de yöneltilmektedir.

Burjuvazinin tüm kurumları ve fraksiyonları, sosyalizm ve Marksizm denildiğinde 20. yüzyılda yıkılmış olan ve reel sosyalizm olarak tanımladıkları şeyi Marksizmin pratiği olarak sunmaktadır. Sol liberal, anarşist, reformist akımlar da bu görüşü savunur ve Sovyet deneyimini reel sosyalizm olarak tanımlar. Ayrıca 21. yüzyılda farklı bir deneyimin olması gerektiğini öne sürerler. Marksizm ise evcilleştirilmesi gereken bir ideoloji olarak kodlanmaktadır. Stalinizme gelince, onların iddiası şudur: Sovyetler=Marksizm pratiği ve onun dışında Marksizmin bir deneyimi yoktur. Reel sosyalizm, günahıyla sevabıyla Marksizmin kendisidir. Bu nedenle Stalinizm=reel sosyalizm savunulmalıdır. Stalinizme karşı olan her akım burjuvazinin safındadır, derler.

Troçkizm ise Marksizm≠Bürokratik Rejimler demektedir. Troçkizmin varlığı, Marksizmin yegane pratiğinin Sovyetler olmadığını söyleyen, mücadele eden ve tarihin deneyimleri ışığında haklılığını ispat eden yegane ideolojidir. Troçkizmi savunmak, dünya komünist hareketinin tarihsel bir bölümünde yer alan bir önerme olmanın ötesinde, 21. yüzyılda sosyalizmin nasıl kurulabileceğini gösteren bir yol haritasıdır. Tarihsel olarak şu anlamı taşır: 2. Enternasyonal’in çöküşü ile enternasyonalizm bayrağı çöpe atılmışsa, Ekim Devrimi ile yeniden ele alınmıştır. Ancak Stalinizm ile enternasyonalizm bayrağı yere düşmüş, ulusalcı bir diktatörlük onun yerine geçmiştir. Stalinizm, ulusal kalkınma modeli olarak indirgenmiştir. Buna karşı bayrağı yerden kaldıran Troçkizm olmuştur. Enternasyonal Marksizmden bahsedildiğinde, bu çoğu zaman Troçkizm olarak yaftalanır. Bugün proleterya enternasyonalizmi, dünya sosyalist devrimi demek, Troçkizm demektir. Bu açıdan da yegane bir otoriteye sahiptir. Eğer dünya enternasyonal partisinden söz edeceksek, Troçkizmi ve 4. Enternasyonal’i yok sayarak bunu inşa edemeyiz. Çünkü tarih orada durmamıştır.

21. yüzyılda Troçkist olmanın anlamı, sürekli devrim teorisinde düğümlenmektedir. 2010’lardan sonra dünya çapında küresel krizlerle karşı karşıya kalan bir kapitalizm söz konusudur. Bu durum, kapitalizmin yaşlanmış olan tüm çelişkilerini önümüze sermektedir. Mevcut krizlerden çıkabilmek için küresel düzeyde bir eylem programı geliştirmek gerekmektedir. Ancak, bu programın önündeki en büyük engel, burjuvazinin sınırlarla çevrili dünyasıdır. Bu engeli aşmak, sürekli devrim teorisine dayanır. Bir ülkede başlayan devrimin, dünya çapında bir dönüşüme yol açması gerektiği savunulmaktadır. Bir proleter devrim, yalnızca ulusal ölçekte gerçekleşmez; uluslararası bir mücadele olarak devam eder ve dünya arenasında nihayete erer. Çöken kapitalizme karşı yeni bir medeniyet sunmak ve örgütlü bir eylem programına geçebilmek için Troçkizm gereklidir.

Bugün Troçkist olmanın bir diğer önemli noktası ise faşizme karşı mücadeledir. Faşizmin ilk Marksist analizini yapan lider Troçki’dir. Faşizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de Troçki ortaya koymuştur. Marksizm içerisinde iki faşizm analizi vardır: Dimitrov ve Troçki. Klasik Dimitrov-Stalinist anlayışta faşizm, kapitalizm içerisinde burjuva demokrasisinin bir sapması olarak görülmekteydi. Şiarı, faşizme karşı demokrasiyi savunmaktı. Burjuvazinin anti-faşist halk cephesi çizgisini öneriyordu. Bu yaklaşım, işçi sınıfını burjuvazinin bir kanadına yedekleyerek, onların bir başka faşist fraksiyonuna karşı mücadele etmeye yönlendirmekteydi. Bu da emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesini baştan burjuvazinin bir kanadına bağlamaktaydı. Troçki’nin tezleri ise farklıdır: Faşizm, burjuva demokrasisinin bir sapması değil, kapitalizmin bir reaksiyonudur. Faşizm, burjuvazinin olağanüstü hal rejimleridir. Burjuvazinin tüm fraksiyonlarının uzlaştığı bir noktadır, bu nedenle hiçbir burjuva kanadı gerçek anlamda antifaşist olamaz. Troçki, mücadele yöntemi olarak birleşik işçi cephesini savunmaktaydı. Faşizmi, sınıf mücadelesi yoluyla bertaraf etmek gerektiğini vurgulamaktaydı. Faşizme karşı mücadelenin sloganı demokrasi değil, sınıfa karşı sınıf olmalıdır.

Türkiye özelinde ele alındığında, otoriterleşmiş bir Erdoğan rejimi ile karşı karşıyayız. Bu rejimi devirmek görevinin, burjuva muhalefet kanadına havale edilmesi eğilimi vardır. “Önce AKP gitsin, sonra önümüz açılır” mantığı Türkiye’de yaygındır. Bu yaklaşım, faşizme karşı demokrasiyi savunmak gerektiği önermesinin bir sonucudur. Bugün Troçkizmi savunmanın anlamı, sınıfa karşı sınıf mücadelesini, enternasyonalizmi ve işçi sınıfının devrimci gücüne olan inancı sürdürmenin bugünkü karşılığıdır.

Katkılar ve Sorular

Her ülkenin tek bir seksiyonu mu olmalı?

Troçkist geleneğin temel ilkelerinden biri olarak, bir ülkede yalnızca bir seksiyon olmalıdır. Bu yaklaşım, Komintern’in ilk dört kongresinde ve Dördüncü Enternasyonal tüzüğünde de yer almıştır. Ancak, sömürgesi bulunan ülkelerde gerekirse ikinci bir seksiyon oluşturulabilir. Örneğin, Katalonya-İspanya, Britanya-İrlanda veya Türkiye-Kürdistan gibi durumlar bu çerçevede değerlendirilebilir. Filistin gibi yerlerde ise tek bir seksiyon olmalıdır.

Morenoculuk hakkında

Morenoculuk, Dördüncü Enternasyonal’den çıkmış, Latin Amerika merkezli bir akımdır ve Arjantin’de güçlü bir köklülüğe sahiptir. Ancak politik olarak utangaç bir demokratik devrimci çizgiye sahiptir. Morenoculuk, Arjantin’de darbeyle iktidara gelen cunta ve Peronizmle barışık, ona yedeklenmiş bir anlayış taşır ki bu, Türkiye’deki sol Kemalizmin karşılığı olarak görülebilir. Devrimci dönemlerde sürekli olarak kurucu meclisi savunan ve aşamalı devrimi utangaç bir şekilde savunan bir çizgiyi benimsemiştir. Bu nedenle Morenizm, tarihsel olarak devrimci tutum alırken güncel konularda reformist olan, merkezci bir akım olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, Morenoculuk, politik savunu yerine Sandinistlerle birlikte Peron’u savunmak için silahlanmış bir grup olarak da eleştirilmektedir.

Alan Woods’un Troçkizmi hakkında

Alan Woods ve Ted Grant’ın izlediği çizgi, geçmişte Troçkizmin genel ilkelerine dayansa da, parti anlayışları anti-Leninist bir çizgideydi. Devrimci parti kuruluşunda sürekli entrizmi savunan bir yaklaşımları vardı ve Britanya İşçi Partisi içinde çalışarak sendikalarda, yerel seçimlerde aktif olmuşlardı. Ancak, alabilecekleri her şeyi aldıktan sonra oradan kopamadılar ve sonunda ihraç edildiler, ardından kendi içlerinde birkaç parçaya bölündüler. Dünyanın her yerinde reformist işçi partileri bularak çalışmalarını ve propagandalarını sürdürdüler.

Alan Woods, Chavez’in danışmanlığını yapmış ve 21. yüzyıl sosyalizmini kurduğunu öne sürmüştü. Ancak, bu sol popülizmin bir örneğiydi. Son manifestolarına bakıldığında, Lenin’den sonra bir enternasyonal kalmadığını savunarak, 4. Enternasyonal’i yok saymış ve kendi enternasyonallerini kurduklarını öne çıkarmışlardır. Anti-emperyalist birleşik cepheyi savunmuşlar ve ABD’nin saldırdığı Saddam ve Baas rejimlerini anti-emperyalist birleşik cephe olarak savunmuşlardır. Filistin konusunda ise iki devletli çözümü savunmuşlardı, ancak bugün bu fikirlerinden vazgeçmişlerdir.

Troçki ve Menşevizm: Sovyetler Ayaklanma Organı mı İktidar Organı mı?

Menşevizmin temel fikirleri, işçi sınıfının tek başına iktidara gelemeyeceği ve devrimin uzak olduğu yönündedir. Bu nedenle, Menşevikler mevcut aşamada burjuva demokrasisinin geliştirilmesini ve belirli reformların elde edilmesini savunmuşlardır. Bu, demokratik devrimci ve aşamalı devrim mantığıyla örtüşmektedir. Lenin sonrası Komintern ve MDD (Milli Demokratik Devrim) teorilerinin kökeninde Menşevizmin etkileri bulunabilir.

Troçki, özellikle “Sonuçlar ve Olasılıklar” kitabında, proleter devrimi savunmuş ve burjuvazinin herhangi bir kanadıyla ittifak kurmanın mümkün olmadığını vurgulamıştır. Demokrasi sorununun çözümü olarak devrimi savunmuş ve bu noktada, demokratik devrimi savunan yaklaşımlar karşısında net bir duruş sergilemiştir. Ekim Devrimi’nden sonra Sol Muhalefet’i kurarak Dördüncü Enternasyonal’i inşa etmesi de bu çizginin bir devamıdır.

Troçki’nin Sovyetleri bir ayaklanma organı olarak görmesi, onun devrimci stratejisiyle uyumludur. Sovyetler, doğrudan demokrasi organları olarak işçi sınıfının iktidarını temsil etmeliydi. Ancak, Stalin döneminde bu organlar bürokratlaşarak işlevlerini yitirdi ve Troçki’nin mücadelesi, bu bürokratikleşmeye karşı bir direnişti. Troçki’nin tüm siyasal programı, işçi devletini ve işçi sovyetlerini savunmak üzerine kuruluydu. Stalinistlerin “parti iktidarı = işçi iktidarı” anlayışı, Troçki’nin eleştirdiği bir noktadır. Bu bağlamda, Troçkizm’in Stalinist bir versiyon olarak savunulması mümkün değildir.

Stalinizm, komünist hareket içinde bir sapma ya da politik olarak geriye düşüş değil, nesnel koşullardan çıkan bir karşı devrimdir. Stalinist bürokrasi, Komintern ve SSCB’yi dünya devriminin aracı olmaktan çıkarıp, bürokratik çıkarları için kullanmıştır. Bu durum, dünya komünist hareketi içinde Marksizmin kendisi olarak lanse edilmiştir ve bu çizgiye uymayan akımlar tasfiye edilmiştir.

Geçiçi Hükümet ve Kurucu Meclis üzerine

Troçki’nin Ekim Devrimi’nde geçici hükümetlere yaklaşımı, devrimci stratejinin kilit noktalarından birini oluşturur. 1917 Temmuz Günleri, Bolşeviklerin geçici hükümete karşı doğrudan bir ayaklanma yolunu seçmediği bir dönemdi. Çünkü bu hükümetin, emekçi yığınlar üzerindeki maskesi henüz tam anlamıyla düşmemişti. Bolşevikler, işçi sınıfı ve emekçilerin geniş kesimlerini kazanarak, geçici hükümeti teşhir etmek ve bu hükümetin demokratik talepleri gerçekleştiremeyeceğini göstermek amacıyla çalışmalar yürüttüler. Bu süreçte, Bolşevikler bağımsız bir çizgide ilerleyerek, kendi devrimci programlarını savunmaya devam ettiler.

Geçici hükümetler, genellikle bir rejim yıkıldığında, işçi sınıfının iktidarı alamadığı veya devrimci bir partinin olmadığı durumlarda, burjuvazinin reformist kanatları tarafından kurulur. Ancak bu hükümetler, kitlesel mücadelelerle yıkılabilir. Troçki’nin stratejisi, bu tür geçici hükümetlerin ve onların maskelerinin emekçi yığınlar tarafından anlaşılmasını sağlamaktır. Bolşevikler bu hükümetleri desteklemediler; aksine teşhir ederek, kendi sınıf bağımsızlıklarını koruyup, kitlelerin iktidarı ele geçirmesi için çalıştılar.

Kurucu meclis fikri de bu bağlamda değerlendirilebilir. Kurucu meclisler, ayaklanmış kitleleri düzen içinde tutmak için kullanılan bir araçtır. Troçki’nin yaklaşımına göre, sömürge ülkelerde kurucu meclis talebi, otokratik rejimlerde demokratik bir ara talep olarak savunulabilir. Ancak, kitlelerin ayaklandığı bir dönemde kurucu meclis talebinin savunulması, kitlelerin devrimci enerjisini soğurmanın bir yolu olabilir. Bu noktada, devrimci önderliğin kitleleri düzen içi çözümler yerine, kendi iktidar organlarını kurmaya ve iktidarı ele geçirmeye yönlendirmesi kritik önem taşır.

Morenoculuk bağlamında da, kurucu meclis talebinin demokratik devrimci bir çizgiye paralel olarak savunulduğu görülebilir. Ancak bu, Troçki’nin sürekli devrim perspektifiyle çelişir. Troçki, demokratik taleplerin devrimci bir stratejiye tabi olması gerektiğini savunur; geçici hükümetlerin ya da kurucu meclislerin, emekçi kitlelerin iktidara ulaşmasının önündeki engeller olduğunun farkındadır.