Erdoğan rejimi 7 Haziran 2015 seçimlerine “Başkanlık” hedefiyle girdi. Seçim meydanlarında 400 vekili verin bu iş huzur içinde çözülsün demeçlerinde bulundu. Dönemin Başbakanı Davutoğlu ise seçim meydanlarında “Eğer başkanlık gelmezse beyaz toroslar geri gelir” diyerek başta kürt halkı olmak üzere tüm toplumsal muhalefete tehditler savurdu.

7 Haziran seçimlerinden hüsranla çıkan Erdoğan, Kürt halkıyla yürütmüş olduğu çözüm sürecinden vazgeçerek, hızlı bir şekilde sömürgeci savaş konseptine geri döndü. Bombalı intihar saldırıları ve devamında Kürdistan’da savaş kartını tüm şiddetiyle masaya sürdü. Sur, Cizre, Silvan, Nusaybin başta olmak üzere birçok Kürt kenti işgal edilmiş Ortadoğu kentlerine dönüştü. Bu süreçte; Kürdistan’da yaşanan sokağa çıkma yasakları, gerçekleşen operasyonlar ve yaşanan insan hakları ihlallerine karşı 1128 akademisyen Barış Akademisyenleri Platformu adı altında “Bu suça ortak olmayacağız” adlı bir bildiriye imza attılar.

Barış bildirisi, operasyonların durmasını ve operasyonların sürdüğü bölgedeki yurttaşların yaşam hakkını talep eden içerikteydi.

Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaynin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslarası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükler ihlal edilmektedir.

Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen son vermesini talep ediyoruz. Bu ülkenin akademisyenleri olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ve bu talebimiz için siyasi partiler, uluslararası kamuoyu çevresinde temaslarımızı sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.

Barış Bildirisi

Bu bildiriden sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan Barış Akademisyenlerine ve TC’nin sömürgeci kirli savaşının karşısında olan tüm kesimlere karşı açık bir savaş başlattı. Erdoğan, Barış Akademisyenleri için “Sözde akademisyen, müsvedde, karanlık, zalim, alçak, terörist, vatan haini” gibi ithamlarda bulundu. Erdoğan’ın bu refleksleri, Türk sermaye devletinin geleneksel refleksleridir. Türk sermaye devleti kuruluşundan beri sürekli olarak iç düşman yaratmış, kendi çizdiği ideolojik profile uymayan her unsuru yok etmeye, bastırmaya, cezalandırmaya yemin etmiştir. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Komünistler vb. tüm kesimler devlet için ezilmesi gereken ötekiler olarak tariflendirilmiştir.

Türk sermaye devletinin tüm hizipleri, aralarındaki savaşın şiddeti ne düzeyde olursa olsun, söz konusu resmi devlet ideolojisinin dışında kendini konumlandıranlar olunca, kutsal ittifak jet hızıyla kurulur.

Erdoğan rejimine sürekli muhalefet içinde olan, zaman zaman Erdoğan rejiminin otoriterliğinden nasibini alan ulusalcı statükocu kanadın yayın organı haline gelmiş olan Sözcü gazetesinde 3 Şubat 2016 tarihinde (64) akademisyen bir bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiri Erdoğan’ın hedef gösterdiği Barış Akademisyenlerine karşı Erdoğan’ı destekleme girişimiydi. Yayınlanan bildiride “Bilim insanlarının vazgeçemeyeceği iki temel ilke vardır: Gerçeğe bağlılık ve vatana bağlılık.”

Gerçek olan neydi ve bu gerçeklik kimin gerçekliğiydi? Gerçek olan kendi siyasal ve ideolojik varlığını Kürt ulusunun inkârı üzerinden sağlayan resmi devlet geleneği ve kendi diktatörlüğünü inşa etmek için Kürt kentlerini işgal eden Erdoğan rejiminin bitmeyen savaş hırsından yaşam hakkı gasp edilmiş Kürt yoksulları…

Hakikatlere kurşun işlemez ve hakikat her zaman devrimcidir. Bu hakikatleri dile getirmekten geri adım atmayan barış akademisyenleri saraydan gelen KHK’lar ile görevlerinden ihraç edildiler, ardından yargılanma süreçleri başladı, “Terör örgütü propogandası yapmak” suçlamasıyla bir çoğu hapishaneye atıldı.

Anayasa Mahkemesine başvuran Barış Akademisyenlerine yönelik çıkan kararda, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi ifade özgürlüğü olarak değerlendirildi. Barış Akademisyenlerinin geçirmiş olduğu yargı süreci “hak ihlali” olarak değerlendirildi.

Bu karardan sonra önce Erdoğan rejiminin propoganda bakanlığına dönüşmüş havuz medyası Anayasa Mahkemesini yayılım ateşine tuttu. Ardından görevi Erdoğan rejimine uygun zihniyette insan yetiştirmek oaln İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü özel bir açıklama yaparak kararı skandal olarak nitelendirdi:

Misyonu itibarıyla bilgi ve özgür düşünce üretmenin merkezi olan üniversitede görev yapan akademisyenler, terör faaliyetlerine karşı yürütülen bu başarılı operasyonları, kasıtlı ve planlı bir kıyım, bilinçli sürgün politikası ve bölge halkına yönelik bir katliam olarak adlandırarak çok büyük bir gaflet içerisinde hareket etmişlerdir.

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü

Sözde İstanbul ünivertesi rektörlüğünün bu açıklamasından sonra 1071 akademisyen Anayasa Mahkemesi kararına karşı bildiri yayınlamışlardır.

Erdoğan rejimine sadakat yemini etmeyen herkesin ihraç edildiği dönemde akademik kariyer yapabilmenin tek yolu 1071, 1453, 2023 akademisyen arasında olmaktan geçmektedir.

Kendisine muhalif olan herkesi terörist ilan eden; açlık, yoksulluk, baskı, savaş, sömürü, yıkım dışında hiçbir gelecek sunamayan Erdoğan rejimini ve onu yaratan düzenin devrimci yöntemlerle yıkılışı gerçekleşmeden hiçbir suçla nihai olarak hesaplaşılamaz. Suç makinesine dönmüş bu düzenin suçlarına ortak olmamanın tek yolu, bu düzene karşı örgütlü militan sınıf mücadelesinden geçmektedir.