Polonya’da 1993 yılında kürtaj hakkını kısıtlayan bir yasa çıkarıldı. O günden beri bu yasa geri çekilmedi. Avrupa’nın kürtaj hakkını en çok kısıtlayan, bu konuda en çok tutucu durumda olan ülke Polonya’dır. Polonya’daki mevcut yasaya göre tecavüz durumu ve fetüsün hayatının tehlikede olması dışında kürtaj yasaktır. Bu nedenle sağlıksız tıbbi ortamlarda kürtajlar yapılmakta, bir çok kadın kalıcı sakatlıklarla hayatına devam etmek zorunda kalmaktadır. Polonyalı burjuva kadınlar ise Avrupa’nın başka ülkelerine giderek orada kürtaj olabilmektedir. Yeni yasa ile birlikte kürtaj hakkı her durumda yasaklanacak, kürtaj yaptıran kadın ve bu operasyonu gerçekleştiren doktorlara 5 yıldan başlayan hapis cezası getirilecektir. Polonya’da Ekim 2015’ten bu yana iktidarda olan sağcı muhafazakar parti PIS (Hukuk ve Adalet Partisi) göçmen düşmanlığı üzerinden ırkçı politikalar ile büyümekte ve kitleselleşmektedir. Bu parti katolik kilisesinin de desteğini almaktadır. kürtaj hakkını gasp eden, tamamen yasaklayan yasaya Katolik kilisesi aktif bir destek sunmaktadır. Tarihsel ve bilimsel gerekçelere rağmen egemen sınıfların temsilcileri olan iktidarlar, kürtajı kadın hak ve özgürlükleri bağlamında değil, dinsel referanslarla tartışmaya açıp bilinçleri bulandırmaktadır. Kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkını gasp eden bu yasaya karşı Polonya’da kadınların mücadelesi çığ gibi büyümektedir. Siyah protesto adlı bir kampanya ile örgütlenen kadınlar, 6 kentte 6 milyon kişi ile hayatı felç eden bir grev örgütlediler. İlk etapta kadınların verdikleri mücadeleye mesafeli yaklaşan sendikalar, mücadele büyüdükçe ve tabandan gelen basınçla mücadeleyi destekleyip greve aktif katılım sağlamak durumunda kaldılar. Kadınların temel talepleri: Cinsel eğitim, doğum ve etkili tüp yöntemleridir. Grevin hayatı felç eden bir seviyeye gelmesiyle birlikte Polonya hükümeti geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Kürtaj Hakkının Kadın Hareketindeki Önemi

Kürtaj hakkı, her şeyden önce kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olma hakkıdır. Çocuk doğurup doğurmayacağına, kaç çoçuk doğuracağına kendisinin karar verme hakkıdır. Bu hakkı elde etmek için dünya kadınları uzun yıllar militan mücadeleler yürütmüştür. Bilhassa 1960’lardan sonra etkili mücadeleler ile kazanımlar elde edilmiştir. Lakin neo-liberal saldırıların artarak uygulamaya sokulduğu ve işçi sınıfı tarafından püskürtülemediği oranda muhafazakarlaşma başlamıştır. Bugün kürtaj hakkına karşı dünyanın bir çok ülkesinde, engelleyici yasalar çıkarılmaktadır. Bunun ana nedeni kapitalizmin ihtiyaçlarıdır. Sistem kadınlardan sermaye sınıfı için ucuz, esnek, güvencesiz çalışacak, iş kazalarında can verecek çocuklar yetiştirmesini istemektedir. Sermayenin devletleri savaşlarda vatan savunması, milli menfaatler adı altında ölmeye öldürmeye gidecek çocuklar yetiştirmesini istemektedir. Polonya’da kadınlar grev ile bu gericiliğe etkili bir cevap vermişlerdir. Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır:” Kapitalizm altında kazanılmış hiçbir reform kalıcı değildir. Her zaman burjuvazi bu kazanımlara saldırmak için pusuda bekler. Bunu bertaraf edecek olan ise yine sınıf mücadelesinin kendisidir. Ulusal sınırlar içinde başlayan bir mücadele uluslararası bir boyuta ulaşıp, farklı ülkelerde kazanım elde ettiği sürece kazanımlar güçlü bir mevziye dönüşebilmektedir. ” 8 Mart Chicago’da kadın dokuma işçilerinin eşit işe eşit ücret talebi ile ortaya koydukları mücadele sonucunda dünyanın dört bir yanına yayılıp, dünya emekçi kadınlarının ortak bir zaferine dönüşmüştür. O dönemde dünya işçi sınıfının güçlü enternasyonal partileri vardı. Stalinizmin işçi sınıfına getirdiği en büyük yıkım bu geleneği tahrip edip, unutturmasıdır. Polonya’da kitleselleşen ve başarılı bir grev ile taçlanan bu mücadele, diğer ülkelerde de örgütlenip, dünya kadınlarının kürtaj hakkı için mücadele günü ilan edilebilecek bir potansiyele sahiptir. Ne yazık ki bunu örgütleyecek ve önderlik edecek bir dünya partisinden yoksunuz. Gerek neo-liberal dönüşümlerin işçi sınıfına yansıması, gerekse de kadınların özgürlüğünü kısıtlayan politikalar enternasyonal ölçekte gerçekleşmektedir. Bunlara karşı direnişler olsada bölgesel ölçekte kalmaktadır. Bu direnişleri uluslararası düzeyde ortak talepler etrafında örgütlediğimiz ölçüde dünya partisi fikri somut bir güncelliğe kavuşacaktır. Kadın özgürleşmesi hareketi ancak sermaye düzenini enternasyonal düzeyde aşacak bir perspektif geliştirebilirse başarıya ulaşabilir.

 

Bu yazı Patronsuz Dünya’nın 5. sayısında yayımlanmıştır.

Gamze Kocabayır