Giriş
2024 Yerel Seçimleri’ni ardımızda bıraktık. Peki güncel tablo dahilinde çıkartılması gereken sonuçlar ve devrimcilere düşen görevler nedir? Genel anlamıyla şu an muhalif halk tabanında bir bayram havası hakim olsa da aslında durum öyle değildir. Bu seçimler bize AKP hükümetinin yapısal hastalığını teşhir etmekle beraber faşizmin de yükselişte olduğunu göstermekte, değişen konjonktürde devrimcilere yeni görevler zinciri oluşturmaktadır.

Cumhur İttifakı ve AKP
Öncelikle var olan konjonktürü ‘’tek adam rejimi’’ diye yorumlamak altı doldurulamayacak sığ bir slogancılığın ürünüdür. Durum dün de böyle olmadığı gibi ivme bu sloganın daha aksine de yönelmektedir. Bunun nedeni ise şudur, AKP ilk dönemindeki gibi tek başına iktidar olabilecek bir yapıda olmamakla beraber 2015’den bu yana da MHP’ye muhtaç hale gelmiştir. Bu birliktelik halk tabanında ve sağda Bahçeli’nin omurgasızlığı olarak görünse de bu iktidar ortaklığı MHP’nin hanesine çok sayıda belediye ve kabinede çok fazla konuma olarak yazılmıştır. 2023 Genel Seçimleri’nde deklare edilen Cumhur İttifakı’nın bileşenlerine baktığımız vakitte ise şunu görmekteyiz. AKP iktidar olabilmek için aşırı sağa, faşizme, şeriatçılara muhtaç bir duruma gelmiştir. Ve AKP’nin misyonu bu ittifak içinde bu eğilimleri konsolide edip dengeyi sağlamak olmuştur. Peki AKP bunu ne kadar başarabilmektedir ve ileriki safhalarda ne kadar başarabilecektir?
Son seçimlere baktığımız vakit BBP, MHP ve YRP’nin toplam kazandığı belediye sayısı 11 olmakla beraber AKP için bu sayı 24 ile sınırlı kalmıştır. Yani ittifak dahilinde yüzdesel dağılımda AKP’nin bileşenlerine –geçmişte olduğu gibi- bir baskınlık kuramadığını göstermekle beraber ana muhalefet CHP’nin toplam oy sayısında ve yerel yönetimlerde geride kalmasıyla beraber AKP içinde siren seslerinin çalacağını göstermektedir.
Yükselen faşist ve dinci gerici partilerin politik üretimi eşyanın tabiatınca batı entegrasyonuyla harmanlanmış İhvancı ve burjuva partisi olan AKP’nin doğasına aykırıdır. Ve yüzdelik dilime istinaden AKP’nin ideolojik hegemonyasının sonlanacağını da varsaydığımızda bu ittifak bileşenlerinin AKP tarafından konsolide olmayacağı ve eskisi gibi AKP’nin pusulasındansa kendi faşist pusulalarını referans alacakları barizdir. Bütün bunların akabinde ileriki tarihlerde şu tür şeyler ile karşılaşacağız. İttifak bileşenleri kendi faşist ideolojilerinin birbirinden yapısal olarak farklı politik üretimlerini AKP’ye dikte edecek, AKP’de onların gönlünü yapmakla uğraşacak. Dolayısıyla şu tarih itibariyle AKP’nin iki kutup arasında çekiştirilip durulan yapısal olarak işlevini yitirmekte olan dağınık bir devletin toparlayıcısı olmaya soyunacak ve Bonapartist refleksleri daha da artacak.

CHP’nin Zaferinden Çıkarılacak İdeolojik Sonuçlar
Güncel tablo CHP’nin tarihinde edindiği en büyük başarımı görmüştür. Ancak her eserde olduğu gibi bu tablonun da bir ana metni vardır. Bu ana metin ise alenen şudur ki CHP’nin zaferinden kalıtsal bir ideolojik zafer yorumu yapılamayacağıdır. CHP’nin zaferini oluşturan nedensellik zincirinin en zayıf halkası ideolojik etmenlerdir. Bu zaferde AKP aleyhine atılan tepki oylarının ve CHP’nin taktik ve stratejilerinden kaynaklanan başarının yadsınması söz konusu değildir. Ancak bütün bu olan bitenin akabinde burjuva aydınlanmacılarının yaptığı gibi ‘’Türk halkı yüzünü sola döndü’’ minvalindeki tümevarımlarda bulunmamak lazım. CHP’nin taktik ve stratejilerde doğru adımlar attığını söyledik, bu taktik ve stratejilerin merkez noktasında ise az önce örnekleme için kullandığımız tezin tam aksi olarak, CHP’nin yüzünü sağa döndüğüdür. Öyle ki seçim sürecince sahiplenilen retorik tam olarak buydu. CHP tarafından kazanılan birçok belediyede, başkanlık sürecinde DEM parti tasfiyeciliği temalı katı ulusalcı söylemler sahiplenildi. AKP’nin yapısal bunalımı, emekli ve memurların tepki oyları, YRP’nin adaylarını geri çekmemesi derken bütün bu olan bitenler CHP lehine sonuçlandı.

Dem Parti Ne İstedi Ne Yaptı?
Kürt Siyaseti, her zaman söylediğimiz gibi tarihsel düzlem üzerinde sürekli geriye gitmektedir. Bunun ideolojik nedeni ise en genel anlamıyla ‘’Türkiyelileşme’’ ısrarlarıdır. Böylelikle ezilen halk yığınları, ulus bilincinden uzaklaştırılarak ortalama bir demokrat Türkiyelinin dertlerine addedildi. Bu politik stratejinin güncel yansıması ise yerel seçimlerde çok rahat okunabilmektedir. DEM Parti’nin bütün illerde ve ilçelerde aday göstermesine karşın bu adaylar Kürt halkından Kürdistan bölgesi dışında çok bir karşılık bulamadı. Bu da aslında DEM Parti aleyhine gözükse de istedikleri ölçüde Kürt halkının Türkiyelileştiğini göstermektedir. Özellik batı Kürtleri artık politik reflekste bulunacakları vakit, ezilen ulusun bir ferdi olmaktan ziyade herhangi bir muhalifmiş gibi reflekste bulunmaktadır.
Bunun yanında DEM Parti’nin her ilde aday politikasının da ne kadar samimi olduğu sorgulanmalıdır. Öyle ki adaylar çıkarılmış olsa bile, adayların seçim çalışması sıkı sıkıya örgütlenmedi. İstanbul’da Kürt nüfusunun en yoğun olduğu Esenyurt ilçesinin de içinde bulunduğu toplam 22 ilçede aday çıkarılmadı. Seçim süreci boyunca genele hitap eden strateji esaslı politik söylemlerde bulunuldu ve Kûrdistani tavırlar saman altına atıldı.

Yeni Faşizm | Yeniden Refah, Yeniden İstibdat
Türkiye siyasetinin her dönemecinde faşizm yükselmekte, kimi zamanda ise faşizm kendisini biçimsel olarak farklı konumlandırmaktadır. Bu seçimde Neo İhvancılık ve Geleneksel İhvancı ideoloji arasındaki mücadele ve bu mücadelenin doğurduğu taban kayışını görmekteyiz. Erbakancı milli görüş perspektifi, yani geleneksel İhvancılık tekrardan hortlamıştır. Bu hortlama yüksek bir tansiyon ile olmakla beraber, batı sermayesine peşkeş çekilmiş olan, pragmatist din anlayışını da teşhir etmiştir. Muhafazakar Anadolu seçmenindeki ideolojik kayış, burjuva demokrasisi sınırları içerisinde yalnızca bu şekilde olabilirdi, öyle de oldu.
Burjuva aydınlanmacı yaklaşım ile Anadolu seçmeninin muhafazakar yaklaşımını görmezden gelen, bu gerçeklikteki kusuru halka atfeden genel muhalefetin siyasi yaklaşımı neticesinde ortaya çıkan ‘’bunlar patatesçi, bunlar koyun’’ gibi yargıların da aslında gerçeklikle bir ilintisi olmadığı görülmüştür. Öyle ki bu tabandaki kayışın devindirici unsuru şudur. Var olan Gazze-İsrail çatışmasında iktidarın ikiyüzlü politikalarını teşhir eden YRP AKP’nin tabanını ayartmıştır. Bu da aslında Anadolu halk tabanında bir ideolojik bilincin olduğunu göstermektedir. Pozitivist sosyolojik disiplinin, muhalefet siyasetinin bozgunculuğuna atfetmiş olduğu üstenci retoriğinin de gerçeklikle bir bağlantısının olmamış olduğu teşhir olmuştur.
Bundan böylelikle, yarının faşizminin kumaşı dinci gericilik olacaktır. Mücadele alanı, disiplini, dinamizmi iyi somutlanmalıdır. Yerli yersiz laiklik talebi ile kamuyu meşgul edip, hedef kitlesi batı Kemalistleriyle sınırlı kalan ve kalacak olan siyasi retorik gündemi daha da meşgul edecektir. Dinci gericilikle mücadele hiçbir zaman burjuva ateizmi ve kaba materyalizmin ürünü olan, orta sınıf aydınlanmacılarına ait olan din tasfiyeciliği ile verilmez. Bu tarihsel materyalizme uygun değildir. Bunun için, verdiğimiz mücadelenin özünü sınıf savaşı ve anti-kapitalizm olarak somutlamak, retoriği de dinin kapital tekele entegre olmuş olan, kapitalizmin aracı haline gelmiş olan tarikatlarla mücadele anlayışı olarak şekillendirip, mücadele aracı olarak 23 Türkiyesinin değerine işaret eden Laiklik kavramı ile yapmamamız gerekir. Tarih şunu göstermiştir, sosyalist mücadele Laiklik talebi ile dinci gericiliği karşısına aldığı her vakit, tabandaki sosyalizmi konsolide edememektedir. Pusula her zaman burjuva aydınlanmacılığına kaymakta ve mücadele özneleri hızlı bir şekilde sosyalistlerden Kemalistlere geçmektedir.

Faşizm Yükseliyor
İlk başlıkta faşizmin yükseldiğine değindik. Türkiye özelinde faşizm denilince veya biz bu savımızı sunduğumuzda genel olarak karşılaştığımız tavırların referans noktası İYİP ve Zafer Partisi olmaktadır. Zafer Partisi ve İYİP’in sonuçları neticesinde bu tahlilimiz kabul görmüyor. Ancak faşizm tahlilleri elbette ki birkaç partiye atfedilerek yapılmaz. Zafer Partisi ve İYİP’in beklenilen çıkışı yapamaması faşizmin yükselmediği anlamına gelmez ki en nihayetinde bu konjonktürde atlattığımız seçim sürecinin tandansını iyi anlamamız gerekmektedir. Çünkü girdiğimiz seçimlerde tam anlamıyla bir politik yoğunlaşma yoktu. Hal böyleyken yine de Zafer Partisi %1.74 İyi Parti %3.77 oya sahip oldu ki azımsanacak bir oran da değil.
Bunun yanında bir de ittifak ortağı olan faşist partiler var. Bu partilerin nicelik bakımından tahlilinden önce başta da vurguladığımız gibi, ittifak içindeki konumlanışlarına bakmamız daha önemlidir. İttifak bileşeni olan faşist partiler aynı zamanda AKP lehine stratejik oy da kullanmışlardır. Nihayetinde bunun da artık paçayı kurtarmadığını farkettiklerinden artık AKP’nin bu bağlamda tabanı konsolide etmesi de mümkün gözükmemektedir. Bütün bu olan biten siyasi dinamiklerin nereye evrileceği hakkında az çok bir şeyler söylemektedir. Faşist partilerin politik üretimi –muhalefet veya iktidar kanadında olmaları farketmeksizin- artık daha yoğun olmakla beraber tabanları da bu politik üretimleri takiben daha da yoğunlaşacaktır. Dünden bugüne faşist partilerin yükselişine baktığımız zaman, kimilerinin de ilk seçim tecrübeleri olduğunu varsaydığımızda nedensizce içimize serpilen su taneciklerinin anlamsız olduğunu görmemek saflık olacaktır.

Solun Notu Kaç
Türkiye solunun yıllarca içine sinmiş olan bir virüs var, bu virüs ise ehveni şercilik virüsüdür. Gerek Kürt siyaseti gerekse de Sol her genel seçimde bir burjuva kliğe eklekte olmakta, yerel seçimlerde ise yavan sosyal belediyecilik vaatleriyle çuvallamaya devam etmektedir. Sol adına değişen bir şey olmadı, evdeki hesap yine çarşıya uymadı. Komünist ilkeleri takiben bir politik üretimde bulunmaktan aciz olan sol partiler, sosyal demokratlarla girilen ilkesiz taktikler neticesinde yer yer birbirine çelme de takmış bulundu. Bütün bu olan bitenler en başta dediğimiz gibi solun geride kalmasına neden oldu. Bu da yetmiyormuş gibi seçim sonrası oluşan bayram havasını da sahiplenmektedirler, halkın mutluluğuna ortak olduklarını söylemektedirler.
Seçim öncesi, seçim sırası ve seçim sonrası çuvallamayı adet edinmiş oportünist sol partilerin bu havaya eklekte olmalarına şaşırmamalı. Partinin işlevini bilmeyen kitleciler, seçimin stratejik ölçütünü yakalayamayan parlamenteristler ve ilkelerden bağımsız stratejik denklemlerde boğulan oportünistler arasında solun ilkesel bir çıkış yapması gün geçtikçe zorlaşıyor. Yükselen faşizm rüzgarında durumları sağlıklı olarak tahlil etme yetisini kaybeden sol, devrimci reflekste bulunmakta da elbet güçlük çekecektir. Tasfiyecilik rüzgarına kendini kaptırmış, somut durumları tahlil etmekten bihaber solun yükselen faşizm karşısında geliştireceği birleşik cephe stratejilerinin de içinin çok dolu olmadığını tarih bize göstermiş, bu avâm rüzgardan sıyrılınmazsa eğer tekrardan öyle olacağının da sinyallerini yakmıştır.
Halkçılık kavramını Marksist literatür üzerine oturtmaya kalkıştıkça burjuva halkçılığına entegre olanlar bu rüzgara dahil olup savrulup gideceklerdir. Pozitivist bir toplum anlayışından türeyen halkçılık kavramını sahiplenip, burjuva aydınlanmacıları gibi işçi sınıfına maval okuyanlar dünden bugüne nasıl yok olup gittilerse yine yok olup gideceklerdir. Tarihin başarısızlar başlığı altında yer edineceklerdir. Başarısızlıkları onların olsun, ancak kitleleri konsolide edemeyip, yanlış yönlendirip işçi sınıfı hareketine çelme takmalarına mümessil olmamak ve buna bir dur diyebilmek için enternasyonal devrimci ilkelerde ısrarcı olmak devrimci bir görevdir.

Ne Yapmalı?
Öncelikle halkın peşinden sağlıksızca dahil olunmuş olan bayram havasından acilen çıkılmalı. Seçimlerdeki dinamizmi sağlıklı bir şekilde tahlil ettiğimizde bunun zaten ne kadar yanlış olduğunu görüyoruz. Devlet daha ilk günden Kürdistan’da Kürt halkının iradesini tanımayıp kayyum politikalarına başlamışken, iktidar kanadında faşistler baskın gelmişken, yüzünü sağa dönmüş olan CHP’nin zafer şenliklerine ortak olmayarak düşmanı iyi somutlamak gerekmektedir. Bugün Kürdistan halkının iradesini tanımayanlar yarın oklarını bize çevirecek, bu aşikardır. Bunun için bir an evvel işçi sınıfına doğru bir şekilde devrimci siyaset taşıyarak örgütlenilmeli. Faşizmin olası ataklarına karşı birleşik cephenin zemini atılmalı ve bütün bu anlattığımız politik açmazların arasında enternasyonal komünist ilkelere sıkı sıkıya sarılarak devrimci bir çıkış yapılmalıdır.
Solun görevi halkın sesine ortak olmak değildir. Halkı doğru politik ilkelerin ardından harekete geçirmektir. İktidar ve iktidar ortakları beklemedikleri bir tokat yemişlerdir, bu acı onları daha da vahşileştirecektir. Sağa kayma yarışında bütün devlet mekanizmalarını kullanarak bu yarışa dahil olacaklardır. Bu durumda asıl hedef devrimciler, işçi sınıfı, Kürt halkı ve diğer ezilenler olacaktır.
Bir dönemeçteyiz, politik olarak birçok siyaset farklı yerlere evrilecek. Türkiye ve Kürdistan halkı farklı şekilde şekilde konumlanacak. Faşist baskılar daha da yoğunlaşacak. Aynı zamanda bu ideolojik değişimler halk tabanının zihninde yeni spekülasyonların oluşmasına da vesile olacaktır. İşte, konjonktürel olarak devrimcilere düşen görevin merkez noktası burasıdır. Avam zafer sarhoşluğu bir kenara atılmalıdır, acilen bu duygu durum terk edilmeli ve halk tabanında oluşan bu ideolojik açmazların yerini devrimci siyasetin doldurması için çalışmalarda bulunulmalıdır.