Darbe girişiminden bir kaç gün sonra Erdoğan, devlet içindeki AKP’leşme süreçini derinleştirerek devam ettiriyor. Ordu, yargı, çeşitli bakanlıklarda ve akademi dünyasında şu anlık 50 bin kişinin tavsiyesinden sonra OHAL ilan edildi.

Bu aynı zamanda Türkiye’nin 90’larda Kürdistan için uyguladığı siyasetin tüm Türkiye’ye yayılması anlamına da gelmektedir . Keyfi tutuklamaların, eylem ve toplantıların iptali, ev aramaların meşrulaşması, basın üzerindeki baskının daha da artması yöntemlerini kullanarak gelecek bir tepkiyi bastırma aracı olarak karşımıza OHAL olarak çıktı. Darbenin engelenmesinin aslında mevcut güçler dengesinden olabildiği ortaya çıkmıştır. Yani darbecilere olan işini OHAL ile zaten halletmiş AKP, kendi hedefine yürümek için bunu kendisine bahane etmiş durumdadır. AKP, burjvanın saf dışı bırakılmış kanatlarının kendisine darbesine karşı bir darbe ile cevap vermiştir. Burjuva sistemin işleyeşini kendi hakimiyeti altına almıştır.

Erdoğan önündeki en gerçekci seceneklerden bir olan de facto başkanlık (fiili) anlayışına devam ediyor, kendi siyasetinin kazandığı mevki ve hakları koruyarak, burjuvanın diğer kanatlarıyla uzlaşmaya gidiyor ve bir sonraki hamlesini hazırlıyor bu esnada. Burjuva kanadı arasındaki uzlaşma, herkesin eşit güçle birbiri arasında antlamaşması anlamına gelmemektedir. Fair Play kuraları falan yoktur bu masada. Somut şartlarda bu antlaşma AKP’in sistemin kurulması önünde bir engel çıkartılmamasıdır. Yani güç masasında AKP, kendi şartlarını dayatmıştır ve Burjuva siyasetler buna uymaktadır, bu da bu tarihsel uzlaşmanın temelini oluşturmaktadır. Nedir bu tarihsel uzlaşmanın maddi temeli? Diğer partilerin varlığı devam ettirilecek, onların arasında bir tavsiyeye gidilmeyecek, ayrıca onların kendi çevresinde bulunan dernek ve federasyon gibi kurumlar da kapatılmalıyacak. Bunun karşılığında ise AKP’nin bonapartleşme süreçindeki bu OHAL’e karşı bu partiler aktif bir siyaset geliştirmeyecekler. Bu tarihsel antlaşmanın kırmızı çizgileri aşılır mı? AKP’nin buna şu an niyeti yok, diğerlerinde buna güçü yok.

Tüm bu şartlara rağmen Erdoğan burjuvayı en fazla 3 aylık OHAL’e götürecek kadar ikna edebildi, kendi başkanlık sistemi için gerekli desteği hala yok. Bu şu anlama geliyor, Erdoğan’ın bonapartizm süreçi bir çıkmazın içinde. Gücünün en yüksek noktaya çıktığı şu anda bu daha da ortaya çıkmış haldedir. Emperyalizmin ve onun Türkiye’deki şirketleri Erdoğan Rejimine destek vermemektedir. Bonapart olmak için gerekli ekomomik adımlar aslında birbirinden farklı iki sınıfa seslenip, onları yanına çekmektir. Bonapartizmin gelişmesi için gerekli olan her iki adımda şu an mümkün değildir.

Bu ekonomik adımlar, birincisi kitlenin yaşam yükseltmek hedefi ikincisi ise burjuvanın işçi sınıfına karşı saldırılarını gerçekleştirmek için hamle yapmasıdır. İlk noktada diyebilceğimiz, Erdoğan kitlelerin ekonomik beklentilerini karşılayacak bir adımda atamamaktadır, bunlar ancak ekonominin ana sektörlerinin kamulaştırılması gibi bir hamlesi yok. İşçi sınıfına yönelik adımı OHAL süresince toplu işçi çıkarmaların önüne geçmek için buna izne tabii tuması oldu. İkinci olarak ta burjuvanın neoliberal ekonomilerin devamı olacak adımların hazırlanması, bu da şu an mümkün değildir. Türkiye ekonomisinin kar oranlarını kendi içinde, burjuvanın ana sektörlerini memnun edecek seviyede değil. Gülen hareketi ile çıkan çatışmanın altında, hatırlarsanız, dağıtalacak ihalenin burjuva içindeki dengelere göre dagıtılması mücadelesidir aynı zamanda. KOÇ şirketine verilmesi istenilen ihale burjuvanın kendi çatışmasını gün yüzüne çıkarmıştı.

Lenin’in bonapartizmin tarihsel özeliği olarak belirtiği özelik burada tekrar gündeme gelmektedir:” Ordun kliğinin (hem de en berbat kesmine dayanan) gücüne dayanan bir siyasi gücün düşmanca birbirine davranan sınıfları veya güçler arasında öyle veya böyle dengede tutarak maslahat etmesidir.” Erdoğan sınıflar arası ve güçler arası bir maslahat siyasetinden daha çok kendi siyasetini burjuvanın tümüne dayatmaya çalışmaktadır. Burjuvanın herhangibi bir tarihsel misyonunu çözemediği için, sürekli krizlere girmekte ve dönem dönem geri plana düşmekte ve çark etmek zorunda kalmaktadır.

İşte Erdoğan kendi ekonomik programının Bonapartizm için yetersiz kaldığı alanı, kendi taraftarlarının sokağa dökerek, şiddet ve keyfi tutuklamalara geçerek, devlet içinde AKP’leşme sürecini derinleştirerek, kapatmaya çalışmaktadır. Bu da kendi girişimini meceracı bir noktaya taşımaktadır ve belki de önümüzdeki süreçte catışmaların daha da artması anlamına gelebilir. Lakin böylesi bir hamle AKP’in projesini başaramadığında başvuracağı metot olacaktır. Tıpkı 7 Haziran’da ortaya çıkan çöküşü durdurmak için AKP’in ülke içindeki şiddeti artırması gibi.

Belirli olan bir nokta var ki, ekonomik kriz iyice ortaya çıkmıştır. Kredi kurumların Türkiye’nin notunu düşürmesi şu anki duruma gelen ilk kriz haberleridir. Dolar ve Avro’nun yukarı çıkması ve Lira’nın değer kaybetmesi ve enflasyonun artması bu süreci takip eden adımlar olacak. İşçi sınıfının olası bir hareketliğini engellemek için, OAHL sürecince işçi çıkarımlarının durdurulması ise hükümetin bu sürecin farkında olduğunu göstermektedir. İşçi sınıfı potansiyel olarak bu mücadelenin ana aktörü olabilecek durumda iken, örgütsüzlüğü, sendika bürokrasisi ve önderliğinin gericiliği nedeniyle pasifize olmuş durumda.

Ne yapmalıyız?

Türkiye gibi hergün bir çok yeni gelişmenin olduğu bir ülkede, devrimcilerin ele alması gereken noktanın Türkiye’deki bir rejim olasılığını ve güncel sınıf dengelerini analizini yapabilmekte. Türkiye rejimi bonapartizme gidebilecek kadar güçlü bir birliğe (ikna edici programa) sahip değilken, normal işleyişine dönecek kadar güçlü bir ekonomik temele sahip değil. Erdoğan’ın saldırganlığı bu güç dengelerinin lehine değişmesi, kendisi de biliyor ki, bu salt Erdoğan’ın kişisel isteği ile olabilecek bir değişim değildi, öyle olsaydı 10 sene önce başkanlık sistemine hemen geçerdi.

Akademinin zaten son derece düşük olan eğitim kalitesi, YÖK hamlesiyle (rektörlerin uzaklaştırılması) artık daha da baskı altına alındığı ortada. Bu lakin dinamik üniversite gençliğinin aynı zamanda bir çıkış yapabilmesinin yolunu da açıyor. Büyük bir ihtimal ile dinamik ögrenci hareketlerinin olduğu üniversitelerde önümüzdeki semesterde bir tepki hareketi ortaya çıkacaktır. Tek tek AKP rejimine karşı kendisini pasifize hisseden gençler, anfilerde ve derslerde yanyana gelince, bir kollektif güce dönüşecektir.

İşçi sınıfının sendika ve diğer örgütlerine bir saldırı planı henüz ortalıkta yok. İşten çıkarmalar şu süreçte OHAL’ın özel iznine tabi tutulmuş durumda. Ekonomdeki bu tepetaklak durum ise, fabrikaların kapatılmasına kadar gidebilecek bir süreci getirebilir. İşçi çıkartan fabrikaların, işçilerin kontrolüne geçerek üretime devam etmesi sloganını gündeme taşımak gerekecek. ”fabrikalardan üniversitelere işçi sınıfı düşmanlarına yer yok” ve ”İşçi çıkarmaya, maaş düşürmeye, taşeronlaşma karşı işgal ve üretim” gibi sloganların güncelleşmesi gerekmektedir. AKP hükümetinin işçilere karşı işten çıkarmaları yasaklamak zorunda olduğu bir dönemde, bizim işçilere kendi yaşam standartlarını yükseltebilceğini gösterebilmemiz gereklidir. Tüm TOKİ borçlarının silinmesi, işçilerin kontrolü altında toplumsal bir konut üretimine geçilmesi, herkese ev verilmesi gibi talepleri de işçi sınıfının talepleri olarak önlerine getirebilmemiz gerekli. İşçi sınıfının yaşam standardının artmasının önündeki somut engel darbeciler değil, AKP hükümetidir.

İşçi sınıfının tüm örgütlerinin yeralabilceği ve işçilerin haklarının ve yaşam koşullarının savunalacağı bir geniş cephe kurulması da gereklidir. Böylesi bir cephe aynı zamanda sınıfın savunma mekanizmalarını da ön plana çıkaratabilmeli. Şu an Kürt ve Alevi mahallerine olan saldırıları AKP kendi bonapartileşme sürecinde yanaşmadığı için, kendisini yeterince örgütleyemedi. Türkiye’deki katliyamlar kitlenin barbarlığından hiç bir zaman olmamıştır, burjuvanın destek vermesiyle gerçekleşmiştir hep. (5-6 Eylül, Sivas, Çorum, Maraş vs..) İşçi sınıfının önündeki süreç kendisini savunabilmesi için talepler geliştirmesi ve AKP’nin saldırısını geriye atmak için ileri gitmesi gerekliğidir. Acilen işçi sınıfının örgütlerinin ve çeşitli partilerinin bu ortak siyaset için yanyana gelmesi gereklidir.

 

Fatmanur Bilgebey

Temmuz – 2016